Hidayet ERİŞ - Büyükelçi (E)
Köşe Yazarı
Hidayet ERİŞ - Büyükelçi (E)
 

COP 30 ve BİR HABER!

Merhaba, Başlığa bakınca belki bazı okurun aklına polis copu gibi sevimsiz bir simge gelebilecek olsa da, bugünkü yazımızın konusu bambaşka! Geçen gün muhalif gazetelerden birinde yer alan dikkat çekici bir haber beni otuz, kırk sene gerilere götürdü... Haberde, onlu yıllardır önlenemez yükselişi ile ülkemizin sözde kalkınmasına katkı! sağlayan, ancak yeni nesillerimizin doğal kaynakları tüketilmiş bir coğrafyada büyümeleri gibi vahim bir sonuca sürüklenmemize neden olduğunu düşündüğüm bir iş insanının bu muhalif gazeteye açtığı davaların, önümüzdeki günlerde Brezilya'da başlayacak BM İklim Değişikliği Sözleşmesi'nin 30. Konferansı (COP 30) sırasında gündemde yer alacağı ileri sürülüyor. Haberde devamla, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) isimli sivil toplum kuruluşunun (STK), dünya genelinde çevre konularını haber yapan gazetecilere yönelik baskılara örnek olarak, sözkonusu muhalif gazetenin 26 çalışanı hakkında bu holding tarafından talep edilen yüzlerce yıllık hapis cezası davalarına, sıralanan 30 örnek arasında yer verdiği ve iklim değişikliği ile mücadelede güvenilir haber kaynaklarının korunması için devletlere çağrı yaptığı bildirilmekte. RSF verilerine göre, son on yılda başta Hindistan'daki 'kum mafyası' ve Amazon'daki 'ormansızlaşma' gibi çevre konularında haber yapanlar olmak üzere maalesef toplam 30 gazeteci öldürülmüş. Gazetenin haberinde sonuçta, ülkemizde madencilik projeleriyle bir milyon ağacı ve tarım arazilerini tehdit eden mezkur holding patronunun, Ekim 2024-Şubat 2025 döneminde bu muhalif gazetede yayınlanan 174 haberi gerekçe göstererek çalışanları hakkında suç duyurusunda bulunduğunun altı çizilmekte. Ülkemizdeki yok edilen ağaçlar, tarım arazileri gibi çevre konuları meyanında, son zamanların moda terimi ile gözde doğal kıymetler arasında 'Nadir Toprak' elementlerinin de bu ve benzeri holdinglerin ilgi alanlarında en üst sıraya tırmandığı haberlerini de hatırlayınca, önce gençliğimin 70'li yıllarının favori rock gruplarından ''Rare Earth''ün (Nadir Toprak) hit parçaları, arkasından da hayat serüvenimizde daha ciddi boyutlara yelken açtığımız 80'li yıllarda Kenya'daki görevim sırasında yaşadıklarım gözümün önünden geçmeye başladı.. 12 Eylül tarihli ''Kemal Paşa'' yazımdan hatırlayabileceğiniz gibi, bizim Baringo'nun kısaca tanıtmaya çalıştığı Nairobi büyükelçiliğimizin, Kenya ve akredite olduğu diğer komşu Afrika ülkelerine yönelik görevlerine ilaveten, bir de UNEP ve HABİTAT (BM Çevre Programı Teşkilatı ile İnsan Yerleşmeleri Merkezi) kuruluşları nezdinde de ülkemizi temsil ettiğinden söz etmemiştik. O dönemde şahsen misyonun ikinci adamı olarak, ev sahibi ülke ile mevcut durağan ilişkilerimize nazaran, anılan teşkilatlardaki işlere yoğunlaştığımızda, ortamın öğretici bilimsel konularından, toplantı salonlarına, kafelerinden uluslararası personeline kadar gayet renkli ve çok kültürlü atmosferi nedeniyle orada geçirdiğim keyifli saatlerin hiç tükenmemesini dilerdim. Zaman zaman geçici maslahatgüzar gibi katıldığım toplantılarda, ozon tabakasını incelten; Klorofloro ve Hidrofloro Karbon (CFC-HFC), Halon veya Freon gibi gazların yanı sıra, 'küresel ısınma' ve 'iklim değişikliği' fenomeninin sorumlusu Sera Gazları (Green House-Fossil Fuel) emisyonlarının sınırlanması vb. konuları dinlemek çok öğretici gelirdi. Tabiatı ile o yıllarda henüz, İstanbul'un sadece Bostancı ile Selamiçeşme muhitleri arasında etkili olması beklenen! büyük Marmara depremi nedeniyle ortaya atılan 'kentsel değişim' gibi projeleri hayata geçiren bir 'Çevre, Şehircilik ve İklim değişikliği Bakanlığı'mız bulunmadığından, adı sadece ''Çevre Müsteşarlığı'' olan mütevazi bir devlet kurumumuz ile yetinmek durumundaydık. Arada sırada da, şimdi bir nostalji olarak anılıp, işlevini 'Kalkınma Bakanlığı'na devretmiş olan DPT'nin (Devlet Planlama Teşkilatı) gerçekten yetkin birimlerinden de takviye bilgi ve uzman desteği alırdık. Mesela 'biyolojik çeşitlilik'te insitü-eksitü muhafaza' veya 'çevresel etki değerlendirmesi' gibi gerçekten uzmanlık gerektiren toplantılara katılmak ve söz almak epey donanımlı olmayı gerektirirdi. Küresel ısınmanın ilk alarmlarının verildiği o günlerde bir akşam, önce dev bir soğutucu/buzdolabı firmamızdan, sonra da bakanlığımızdan aldığımız ivedi mesajlarda, UNEP'te düzenlenecek iklim değişikliği çerçeve sözleşmesi toplantısında, sözleşmenin eki Montreal Protokolü'ndeki hayati bir madde nedeniyle sınai anlamda ülkemizin ciddi bir darbe yiyebileceğine dikkat çekilmekte ve müdahale edilmesi istenmekteydi. Konuyu inceleyince protokolün ekinde, sözkonusu gazları üreten veya tüketen ülkelerin, 'gelişmiş(GÜ)' ve 'gelişmekte olanlar (GYÜ)' halinde iki ayrı liste (1-2) halinde sıralandığı ve bizim de, 8. Cumhurbaşkanının vizyonuna! paralel, 1.no listede yer aldığımız görülmekteydi. 'GÜ' diye anılmanın cazibesine rağmen, bu pozisyondaki ülkeler sanayilerini derhal yenileyecek, buna mukabil 2.no listedekilere en az 20 yıl geçiş dönemi avantajları sunulacaktı. Bu durumun ancak farkına varılması üzerine, bizden hemencecik listelerdeki yerimizin değiştirilmesinin sağlanması isteniyordu! İsteniyordu istenmesine de, mesele keşke bu kadar basit olsaydı... Neyse, öyle ya da böyle, 189 ülke ve sekretarya ile günlerce süren müzakerelerden sonra 2.listeye alınmamız, genel kurul oylamasında kıl payı kabul edildi. (Meğer bir dolu sözde GÜ de kapağı GYÜ listesine atmaya çalıştığından işler neredeyse arap saçına dönmüş!) Malum red cephesinde, enerjilerini son damlasına kadar kullananların başını Yunanistan, GKRY, Yugoslavya, Bulgaristan ve bazı Arap ülkelerinin çektiği sonucu herhalde çoğumuza sürpriz gelmemiştir! Bugün ise, 'Montreal' yerine 'Kyoto' olarak anılan protokolün ekindeki listelerin sanırım her ikisinde de yer alıyor olmamız haline ise genel konjonktür icabı deyip geçelim.. Yazıyı noktalarken, İklim değişikliği serüveninin 25 küsur yıllık tarihine göz atınca, 80'li yıllarda BM'nin sözkonusu toplantılarının sadece bir kısmına, o da 'gözlemci' statüsü ile kah ayakta, kâh salonun bir ücra köşesinde, adeta marjinal/yasa dışı imajı ile katılmalarına izin verilen, dönemin isimlendirmesi ile Hükümet Dışı Kuruluşlar'ının (NGO), günümüz dünyasında artık sorunlarına bizzat sahip çıkma hakkını kullanan, sivil toplumun gücünü sergileyen 'STK'lara dönüşmesi, gezegenimizin geleceğindeki her türlü kara bulutun dağıtılması yönünde iyimserliğimizi arttırabilir mi acaba? Ben umutluyum...  
Ekleme Tarihi: 02 Kasım 2025 -Pazar

COP 30 ve BİR HABER!

Merhaba,

Başlığa bakınca belki bazı okurun aklına polis copu gibi sevimsiz bir simge gelebilecek olsa da, bugünkü yazımızın konusu bambaşka! Geçen gün muhalif gazetelerden birinde yer alan dikkat çekici bir haber beni otuz, kırk sene gerilere götürdü...

Haberde, onlu yıllardır önlenemez yükselişi ile ülkemizin sözde kalkınmasına katkı! sağlayan, ancak yeni nesillerimizin doğal kaynakları tüketilmiş bir coğrafyada büyümeleri gibi vahim bir sonuca sürüklenmemize neden olduğunu düşündüğüm bir iş insanının bu muhalif gazeteye açtığı davaların, önümüzdeki günlerde Brezilya'da başlayacak BM İklim Değişikliği Sözleşmesi'nin 30. Konferansı (COP 30) sırasında gündemde yer alacağı ileri sürülüyor. Haberde devamla, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) isimli sivil toplum kuruluşunun (STK), dünya genelinde çevre konularını haber yapan gazetecilere yönelik baskılara örnek olarak, sözkonusu muhalif gazetenin 26 çalışanı hakkında bu holding tarafından talep edilen yüzlerce yıllık hapis cezası davalarına, sıralanan 30 örnek arasında yer verdiği ve iklim değişikliği ile mücadelede güvenilir haber kaynaklarının korunması için devletlere çağrı yaptığı bildirilmekte. RSF verilerine göre, son on yılda başta Hindistan'daki 'kum mafyası' ve Amazon'daki 'ormansızlaşma' gibi çevre konularında haber yapanlar olmak üzere maalesef toplam 30 gazeteci öldürülmüş. Gazetenin haberinde sonuçta, ülkemizde madencilik projeleriyle bir milyon ağacı ve tarım arazilerini tehdit eden mezkur holding patronunun, Ekim 2024-Şubat 2025 döneminde bu muhalif gazetede yayınlanan 174 haberi gerekçe göstererek çalışanları hakkında suç duyurusunda bulunduğunun altı çizilmekte.

Ülkemizdeki yok edilen ağaçlar, tarım arazileri gibi çevre konuları meyanında, son zamanların moda terimi ile gözde doğal kıymetler arasında 'Nadir Toprak' elementlerinin de bu ve benzeri holdinglerin ilgi alanlarında en üst sıraya tırmandığı haberlerini de hatırlayınca, önce gençliğimin 70'li yıllarının favori rock gruplarından ''Rare Earth''ün (Nadir Toprak) hit parçaları, arkasından da hayat serüvenimizde daha ciddi boyutlara yelken açtığımız 80'li yıllarda Kenya'daki görevim sırasında yaşadıklarım gözümün önünden geçmeye başladı..

12 Eylül tarihli ''Kemal Paşa'' yazımdan hatırlayabileceğiniz gibi, bizim Baringo'nun kısaca tanıtmaya çalıştığı Nairobi büyükelçiliğimizin, Kenya ve akredite olduğu diğer komşu Afrika ülkelerine yönelik görevlerine ilaveten, bir de UNEP ve HABİTAT (BM Çevre Programı Teşkilatı ile İnsan Yerleşmeleri Merkezi) kuruluşları nezdinde de ülkemizi temsil ettiğinden söz etmemiştik. O dönemde şahsen misyonun ikinci adamı olarak, ev sahibi ülke ile mevcut durağan ilişkilerimize nazaran, anılan teşkilatlardaki işlere yoğunlaştığımızda, ortamın öğretici bilimsel konularından, toplantı salonlarına, kafelerinden uluslararası personeline kadar gayet renkli ve çok kültürlü atmosferi nedeniyle orada geçirdiğim keyifli saatlerin hiç tükenmemesini dilerdim. Zaman zaman geçici maslahatgüzar gibi katıldığım toplantılarda, ozon tabakasını incelten; Klorofloro ve Hidrofloro Karbon (CFC-HFC), Halon veya Freon gibi gazların yanı sıra, 'küresel ısınma' ve 'iklim değişikliği' fenomeninin sorumlusu Sera Gazları (Green House-Fossil Fuel) emisyonlarının sınırlanması vb. konuları dinlemek çok öğretici gelirdi. Tabiatı ile o yıllarda henüz, İstanbul'un sadece Bostancı ile Selamiçeşme muhitleri arasında etkili olması beklenen! büyük Marmara depremi nedeniyle ortaya atılan 'kentsel değişim' gibi projeleri hayata geçiren bir 'Çevre, Şehircilik ve İklim değişikliği Bakanlığı'mız bulunmadığından, adı sadece ''Çevre Müsteşarlığı'' olan mütevazi bir devlet kurumumuz ile yetinmek durumundaydık. Arada sırada da, şimdi bir nostalji olarak anılıp, işlevini 'Kalkınma Bakanlığı'na devretmiş olan DPT'nin (Devlet Planlama Teşkilatı) gerçekten yetkin birimlerinden de takviye bilgi ve uzman desteği alırdık. Mesela 'biyolojik çeşitlilik'te insitü-eksitü muhafaza' veya 'çevresel etki değerlendirmesi' gibi gerçekten uzmanlık gerektiren toplantılara katılmak ve söz almak epey donanımlı olmayı gerektirirdi.

Küresel ısınmanın ilk alarmlarının verildiği o günlerde bir akşam, önce dev bir soğutucu/buzdolabı firmamızdan, sonra da bakanlığımızdan aldığımız ivedi mesajlarda, UNEP'te düzenlenecek iklim değişikliği çerçeve sözleşmesi toplantısında, sözleşmenin eki Montreal Protokolü'ndeki hayati bir madde nedeniyle sınai anlamda ülkemizin ciddi bir darbe yiyebileceğine dikkat çekilmekte ve müdahale edilmesi istenmekteydi. Konuyu inceleyince protokolün ekinde, sözkonusu gazları üreten veya tüketen ülkelerin, 'gelişmiş(GÜ)' ve 'gelişmekte olanlar (GYÜ)' halinde iki ayrı liste (1-2) halinde sıralandığı ve bizim de, 8. Cumhurbaşkanının vizyonuna! paralel, 1.no listede yer aldığımız görülmekteydi. 'GÜ' diye anılmanın cazibesine rağmen, bu pozisyondaki ülkeler sanayilerini derhal yenileyecek, buna mukabil 2.no listedekilere en az 20 yıl geçiş dönemi avantajları sunulacaktı. Bu durumun ancak farkına varılması üzerine, bizden hemencecik listelerdeki yerimizin değiştirilmesinin sağlanması isteniyordu! İsteniyordu istenmesine de, mesele keşke bu kadar basit olsaydı... Neyse, öyle ya da böyle, 189 ülke ve sekretarya ile günlerce süren müzakerelerden sonra 2.listeye alınmamız, genel kurul oylamasında kıl payı kabul edildi. (Meğer bir dolu sözde GÜ de kapağı GYÜ listesine atmaya çalıştığından işler neredeyse arap saçına dönmüş!) Malum red cephesinde, enerjilerini son damlasına kadar kullananların başını Yunanistan, GKRY, Yugoslavya, Bulgaristan ve bazı Arap ülkelerinin çektiği sonucu herhalde çoğumuza sürpriz gelmemiştir! Bugün ise, 'Montreal' yerine 'Kyoto' olarak anılan protokolün ekindeki listelerin sanırım her ikisinde de yer alıyor olmamız haline ise genel konjonktür icabı deyip geçelim..

Yazıyı noktalarken, İklim değişikliği serüveninin 25 küsur yıllık tarihine göz atınca, 80'li yıllarda BM'nin sözkonusu toplantılarının sadece bir kısmına, o da 'gözlemci' statüsü ile kah ayakta, kâh salonun bir ücra köşesinde, adeta marjinal/yasa dışı imajı ile katılmalarına izin verilen, dönemin isimlendirmesi ile Hükümet Dışı Kuruluşlar'ının (NGO), günümüz dünyasında artık sorunlarına bizzat sahip çıkma hakkını kullanan, sivil toplumun gücünü sergileyen 'STK'lara dönüşmesi, gezegenimizin geleceğindeki her türlü kara bulutun dağıtılması yönünde iyimserliğimizi arttırabilir mi acaba? Ben umutluyum...

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (5)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Mehmet Ferda Alpaslan
(02.11.2025 19:30 - #4065)
Güzel bir hatırlama yazısı. Teşekürler. Bugünün çocuklarına mirasımız çok kötü.
Eriş Çok teşekkürler düşündürücü yorumunuz için..
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Ahmet Ozansoy
(02.11.2025 19:55 - #4066)
Su gibi akan bir üslupla son derece kıymetli bir anı anlatmış sayın Büyükelçi. Günümüzün en önemli meselelerinden bir olan iklim değişikliği konusunda gelişmiş ülkelerin ikiyüzlü isteksizliğine karşın, sivil toplum örgütlerinin mücadelesine de şahitlik etmiş.
Eriş Çok teşekkürler güzel yorumunuz için... Çevreyi miras değil de emanet olarak gören hükümetlerin idaresine kavuşuldukça dünya kesinlikle daha güzel bir yer olacaktır! Tabii GÜve GYÜ'lerin kalkınmaX çevre çatışmasının da son bulması önemli..
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Ayşe Sökülmez
(03.11.2025 01:11 - #4070)
Alışılmışın dışında yazılarınızda unutulmaya yüz yütmüş kullanımları tedavulden kalkmış kelimeleri kovalıyorum bir yandan konuya odaklanmaya çalışıyorum nir yandan..Bana bir zamanlar Mustafa Emekçi' nin yazılarını hatırlattı hem dil, hem üslup, doğrusu eski kalemşörlere duyulan özlemin devamı gelsin arzusu içindeyim hemde çoğalsın..
Eriş Çarpıcı ve övgü dolu, motive edici kelimelerinize çok teşekkür ediyorum..Merhum Mustafa Emekçi büyüğümüzü bu vesile ile anmak da çok hoş oldu. Sağolun
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Canan
(03.11.2025 10:53 - #4071)
Yine çok aydınlatıcı bir yazı olmuş… teşekkürler…
Eriş Teşekkür ederim beğendiğinize memnun oldum.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Kahraman Dere
(03.11.2025 13:34 - #4078)
Hidayet bey, Herzamanki gibi yazım ve anlatimda mükemmelsiniz. Teşekkür ederiz
Eriş Çok teşekkürler...
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.