Bir pazar sabahı, ekmek sırasının önünde duran gölgeler gibi sessiziz.
Bu sabah balkonuma kuşlar değil, eski günlerin sesleri kondu.
Bir çocuk ezgisi… belki Metin’in kemanından dökülen bir melodiyle uyanan sokak.
Bir zil sesi… belki Şerife Teyze’nin evine düşen bir selam.
Ama artık sessizliği yaşıyoruz. Üstelik hep birlikte!
Eskiden sabahlar tül perdelerden sızardı.
Gülnaz Hanım balkondan bez torbasını sarkıtır, yoğurt kabında sıcak ekmek taşırdı yukarıya.
Arif Amca radyosunu pencere önüne koyar, sabah Türküleri mahalleye karışırdı.
Kimse saati bilmezdi ama zilin sesiyle çarşıya iner, postacı geldi mi diye bakardı.
Deli muhabbeti yapılınca kimse gocunmazdı, sokaklar kalabalıkken bile mahremdi.
Yalnızlık kapıyı çalsa, komşu onu çayla, sohbetle yumuşatırdı.
Bizim sokağın, kaldırım taşları yer yer oynamıştı, yağmur birikintilerinde geçmişin gölgeleri yansırdı.
Bir evin önündeki mermer basamakta, çatlamış saksının içinden bir sardunya dirençle açardı.
Posta kutusu paslanmıştı ama üzerinde kazınmış isim hâlâ okunuyordu:
“GÜLNİHAL – 1984.”
O yalnızca bir isim değildi. Mahallenin unuttuğu ama sokağın hâlâ hatırladığı bir izdi.
Bir bayram sabahı ayakkabılarının ucuyla balkona çıkmıştı Gülnihal.
Afiş asmamışlardı. Megafon susmuştu. Tören iptaldi.
Ve işte o gün mahalle, sessizliğe ilk kez boyun eğmişti.
Mahalle Törenleri Vardı
Mahmut Bey megafonuyla “Milletçe birlik günü!” derdi,
Ali Rıza sıranın başında gözlerini güneşe kıstırırdı,
Melahat Öğretmen’in topuzundan dökülen kararlılık, çocuklara cesaret verirdi.
Bayram sabahları ütülü çoraplar, cilalı ayakkabılarla sokaklar dolup taşardı.
Bayrakların rüzgarında yalnızlık savrulmazdı.
Sokak lambasının altında solmuş bir afiş hâlâ duruyor:
“Tören Sabahı – 2003.”
Yırtık köşesinde çocuk silueti gülümsüyor.
Ali Rıza’ya benziyor. Belki o gün gerçekten oradaydı.
Belki hep orada kaldı.
Bir mektup gelse…
Hikmet Hoca’dan.
Okulun kapısından girip, “Bugün tören var çocuklar!” dese.
Bir pazar sabahı, tören giysileriyle sokağa dökülsek.
Ali Rıza’nın sesi hoparlörden yükselse,
Gülnaz bayrakları dağıtsa,
Şerife Teyze sabah tülünü aralayıp “Haydi evladım!” dese.
Şimdi balkonlar suskun, pencereler tül yerine tırnak izli ekranlarla örtülü.
Mahalle kavramı bitti mi, yoksa sesini mi kaybetti?
Kaybedilen sadece mekânlar değil… aynı duyguda buluşma hali.
Birlikte ağlamak, birlikte sevinmek, birlikte susmak.
Hepsi toplum denen şeyin mayasıydı.
Bu kelimelerle balkonlardan seslenmek,
Mahallenin hafızasını diriltmek,
Bir pazar sabahını yalnızlıktan çıkarıp birlikte yaşamak hâline getirmek.
Yalnızlığın diliyle konuşan sokaklara, eski bir selam bırakmak gibi:
“Biz hâlâ buradayız.”
