Gece çökmek üzere! Şehir nefes alıyor. Kimi, evinde haberleri izliyor. Kimi, sokakta adım adım tarih yazıyor.
Televizyon kanalları olağanüstü gelişmeler için programlarını kesiyor. “Son dakika, son dakika” Kameralar kayıtta, muhabirler canlı yayında…
Stüdyodaki sunucu ciddi bir ifadeyle ekrana çıkıyor. Belirlenmiş cümleleri özenle kullanarak durumu aktarıyor:
Muhabir "Şimdi olay yerindeyiz… Spiker, Neler yaşanıyor?" Bize anlatır mısın?
Muhabir ekrana düşüyor. Görüntüler bulanık. Birkaç saniyelik sessizlik! Gerçek mi düşünüyor, yoksa anlatacağı cümleleri mi planlıyor? Sonra anlatmaya başlıyor… Bir kez, bir kez daha, tekrar tekrar… Sözcükler değişiyor ama anlatının özü aynı:
"Kalabalık büyüyor… Polis barikatlar kuruyor… Sesler yükseliyor… Belirsizlik hâkim…"
Ancak gerçek ekranda anlatıldığı gibi değil.
Meydanlarda yoğun gaz bombaları patlıyor. Plastik mermiler yağıyor. Barikatlar kuruluyor. Fişekler havada uçuşuyor. Orantısız güç, meydanları dolduran gençlerin sesini bastırmaya çalışıyor.
Yüzlerce öğrenci, yetişkin kadın erkek, gazeteci, çırak, usta, tersane işçisi tesadüfen eseri oradan geçenler, apar topar gözaltına alınıyor. Kimisi sürüklenerek götürülüyor, kimisi yere yatırılarak kelepçeleniyor. Ama meydan hâlâ yankılanıyor:
“Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz?”
"Geliyoruz!"
"Geleceğiz!"
"Yakındır!"
Televizyon ekranında bu görüntüler yok. Penguen kanalları sessiz. Olaylar gözlerden kaçırılıyor. Haber yok. Görüntü yok. Ses yok.
Ve sonunda, her akşam olduğu gibi ekranın altında belirir o tanıdık yazı:
HAYDİ, ÇOCUKLAR UYKUYA…
Ancak uyumayan çocuklar var.
Onlar meydanlarda. Onlar gazın, copun, sirenlerin ortasında. Onlar kararlılıklarını kaybetmeden geleceği ellerinde taşıyor.
Televizyonlar kapanabilir, haberler değişebilir, hikâyeler yeniden yazılabilir.
Ama sokaktaki gerçek, ekrana sığmaz.
Çocuklar uyumaz, itaat etmez. Onlar tarih yazmaya devam eder.
