Gerçek Olanın Susturulduğu Bir Düzen!
Bir ülke düşünün: diplomalar kağıttan, unvanlar torpilden, kurumlar göstermelik. Gerçek olanın susturulduğu, sahte olanın ödüllendirildiği bir düzen! Bu düzenin mimarları sadece sahte belgelerle yükselenler değil; onları görmezden gelen, hatta teşvik eden yöneticiler. Bugün sahteciliğin tavan yapmasında ülkeyi yönetenlerin sorumluluğu yok mu? Elbette var hem de en ağırından.
Sahteciliğin Sistematikleşmesi
Sahte diplomalar, sahte üniversiteler, sahte uzmanlık belgeleri… Bunlar bireysel dolandırıcılıklar değil artık. Bunlar, sistemin içinden beslenen, denetimsizlikle büyüyen, cezasızlıkla kök salan bir çürümenin göstergesi.
Denetim Nerede?
Sahte üniversitelerden alınan diplomalara kim, ya da kimler onay verdi? Kamuya girenler nasıl sınavları geçti? Narkotikçi nasıl komiser oldu? Sahte psikolog nasıl çalışma izini aldı?
Bu soruların cevabı, sadece bireylerde değil, sistemin en tepesinde aranmalı. Çünkü denetim mekanizmaları işlevsiz kaldığında, sahtecilik sadece mümkün değil, cazip hale gelir.
Liyakatin Yerine Sadakat
Bir dönem geldi, liyakat değil sadakat esas alındı. “Bizden olsun da nasıl olursa olsun” anlayışı, sahteciliği meşrulaştırdı. Gerçek diplomalılar dışlandı, sahte belgeli “bizden olanlar” terfi etti. Bu, sadece bir adaletsizlik değil; bir toplumsal çürümenin başlangıcıydı.
Gerçek öğretmenler atanamadı, sahte diplomalılar müdür oldu.
Gerçek mühendisler işsiz kaldı, sahte belgeli “danışmanlar” projelere imza attı.
Gerçek hukukçular susturuldu, sahte unvanlılar ekranlarda boy gösterdi.
Bu tablo, sadece bireylerin değil, kurumların da çöküşünü gösteriyor.
Karakterin İç Sesi: “Ben Gerçekken Yalancı Oldum”
“…..” 34 yaşında. Eğitim fakültesi mezunu. KPSS’ye yıllarca hazırlanmış, atanamamış. Şimdi özel bir okulda asgari ücretle çalışıyor. Bir gün, sahte diplomalı birinin ilçe milli eğitim müdürü olduğunu öğreniyor.
“Ben bu ülkenin gerçek öğretmeniyim. Geceleri ders çalışarak, sabahları umutla uyanarak, yıllarca KPSS’ye girdim. Her defasında birkaç puanla kaçırdım. Ama pes etmedim. Çünkü inanıyordum: emek, bir gün kazanır.
Bugün öğrendim. Müdür olmuş biri. Sahte diplomayla. Bir üniversite bile değil, bir apartman dairesi. Oradan alınmış bir kağıt parçası. Ama o müdür, ben hâlâ öğretmen bile değilim.
Ne zaman gerçek olmak suç oldu? Ne zaman sahte olan ödüllendirildi? Ben bu ülkenin vicdanıyım. Ama susturulmuşum. Çünkü sahte olan bağırıyor, gerçek olan susuyor.
Artık susmayacağım. Çünkü sahte olanın yükseldiği yerde, gerçek olanın çığlığı yankılanmalı.”
“…..’ ün sesi, binlerce emekçinin sesi! Onların yaşadığı hayal kırıklığı, sadece bireysel değil, toplumsal bir travmadır.
Kurumların Çöküşü ve Toplumsal Güvensizlik
Sahteciliğin yaygınlaşması, sadece bireyleri değil, kurumları da itibarsızlaştırdı. Bugün bir diplomaya, bir unvana, bir kuruma güven kalmadı. Çünkü herkes biliyor: o belge gerçek mi, sahte mi? O kişi gerçekten uzman mı, yoksa torpilli mi?
Bu güvensizlik, toplumsal dokuyu zedeliyor. İnsanlar artık kamuya değil, tanıdıklarına güveniyor. Devlete değil, çevresine sığınıyor. Bu, bir çöküşün en tehlikeli aşamasıdır.
Bir Toplumun Vicdanı Susturulamaz
Gerçek diplomalılar, gerçek emekçiler, gerçek öğretmenler, mühendisler, hukukçular… Onlar hâlâ var. Ama sesleri bastırılıyor. Çünkü sahte olan, gürültüyle gelir. Gerçek olan ise sessizdir ama kalıcıdır.
Bu yazı, o sessizlerin sesi olsun. Sahteciliğe göz yumanlara, “Artık yeter” diyen bir vicdan çağrısı olsun. Çünkü bir toplum, sahte olanı ödüllendirdikçe; gerçek olanı kaybeder. Ve gerçek kaybolursa, gelecek de kaybolur.
