Bülent Ecevit’in mirası ve bugünün eksikliği!
“Geçenlerde YouTube’da kaçırdığım bir haber programını ararken, tesadüfen Bülent Ecevit ve MFÖ’nün TRT’ Müzikte birlikte yer aldığı eski bir video gözüme ilişti. Merakla açtım ve izlemeye başladım. Ancak video ilerledikçe sadece bir müzik programı izlemiyor olduğumu fark ettim; aslında bir dönemin ruhunu, zarafetini ve nezaketini ekranda seyrediyordum.
Ecevit’in sakin ve ölçülü konuşmaları, MFÖ’nün sanata duyduğu derin bağlılıkla birleşiyor, ortaya içten bir sohbet çıkıyordu. Bugün ile o dönemi karşılaştırmadan edemedim. 1993’ün politik atmosferini düşündüm, sonra gözlerimi bugünün siyasetine çevirdim. Aralarındaki fark öylesine keskin ve çarpıcıydı ki, bir an durup düşündüm ve adeta donup kaldım.
Zamanın ruhu değişmişti. Sadece ekranlardaki üslup değil, politikada kaybolan nezaket ve tevazu da gözler önüne seriliyordu. Eskiden zarifçe kurulan cümlelerin yerini, yüksek sesle yapılan tartışmalar almıştı. Bir zamanlar mütevazılığı ve insan sevgisini esas alan bir liderin olduğu günlerden, çatışmaların ve sert söylemlerin hâkim olduğu bir siyasi arenaya gelmiştik.
Bu değişimi görmek, sadece geçmişe duyulan özlemle ilgili değil; aynı zamanda, kaybettiklerimizin farkına varma anıydı. Peki, böylesine içten ve nezaket dolu liderlik anlayışı bir gün geri dönebilir mi? Yoksa sadece eski videoları izleyerek geçmişin zarafetini hatırlamakla mı yetineceğiz?”
Bir insanın politik arenada nasıl davrandığı, onun gerçek karakterinin bir yansımasıdır. Bazıları gücün cazibesine kapılıp sertleşir, kibirle konuşur, kendi çıkarını toplumun önüne koyar. Ama bazıları, tarih sahnesine zarafet, dürüstlük ve tevazuyla çıkar. İşte Bülent Ecevit, böyle bir isimdi.
Yıl 1993… TRT’de yayınlanan Müzikli Hatıralar programında, Bülent Ecevit ve MFÖ’nün bir araya gelişi, sadece sanat ve siyasetin kesişimi değil, nezaketin ve derinliğin ekrana taşınışıydı. O gün Ecevit, geçmişten bugüne gelen kültürel dönüşümü, tasavvufun insan sevgisine dayalı anlayışını anlattı. Ama en çok da kendi duruşunu hissettirdi. Sessiz ama etkili bir zarafetle.
"Başka toplumlarda din olgusu Allah korkusuna dayanır. Türk tasavvufunda ise din duygusu Allah sevgisine dayanır ve Allah sevgisi insana da sevgi ve hoşgörü olarak yansır."
Ecevit’in bu sözleri, sadece bir fikir değil; onun dünyaya, insanlığa ve kendi halkına bakışının bir özeti gibiydi. Siyaseti bir güç gösterisi olarak görmedi, onu bir hizmet alanı olarak ele aldı. Makam ve şöhret peşinde koşmadı, halkının sesi olmak için konuştu. Mütevaziydi. Kendi fikrine inandı ama başkalarını dinlemeyi de bildi.
Bugün siyaset dünyasına baktığımızda bu zarafet ve dürüstlük hâlâ bir eksiklik olarak göze çarpıyor. Açık sözlülük yerini politik manevralara bırakmış durumda. Nezaket, günlük söylemler arasında kaybolmuş gibi. Artık liderlik, bilgeliğin değil, en yüksek sesi çıkarmanın üzerinden tanımlanıyor.
Bülent Ecevit’in mirası, sadece politik kararlarıyla değil, duruşuyla da hatırlanmalı. Öyle bir liderdi ki, en güçlü olduğu zaman bile mütevazı kalmayı başardı. İktidar hırsıyla değil, halk sevgisiyle hareket etti. Bugün onun duruşuna duyduğumuz özlem, sadece bir nostalji değil; aslında içinde bulunduğumuz eksikliğin de sessiz bir çığlığı.
Peki, böylesine bir zarafeti yeniden görmek mümkün mü? Siyaset ve toplum Ecevit’in temsil ettiği değerleri geri kazanabilir mi? Belki de en önemli soru şu: Biz, böyle liderleri tekrar isteyecek miyiz, yoksa kaybettiklerimizle yaşamaya alışacak mıyız?