Çöküşün Sessiz Tanıkları;
Atalarımızın söylediği gibi: “Duvarı nem, insanı gam yıkar. Ağacı kurt, insanı dert yer bitirir.” Bugün bu sözlerin anlamı, ülkemizin içinde bulunduğu derin çöküşle daha da belirginleşiyor. Siyasetin nobranlığı, rüşvetin sıradanlaşması, mafyanın gölge yönetimi, liyakatin yok oluşu, gençlerin umutsuzluk içinde başka ülkelerde gelecek arayışı - bunlar artık bireysel değil, toplumsal bir çöküşün işaretleri.
Bir toplumda adalet ve liyakat yok olduğunda, çürüme kaçınılmazdır. Türkiye’de bugün, sadakatin liyakatin önüne geçtiği, bilginin değil bağlantıların değer gördüğü, hukukun değil gücün belirleyici olduğu bir düzen hâkim. Kamu yönetiminde, özel sektörde ve akademide yetkin insanların dışlanması, vasatlığın ödüllendirilmesi, bilim ve aklın yerine popülizmin geçmesi ülkenin geleceğini tehdit ediyor.
Ancak sorun sadece siyaset ve ekonomi ile sınırlı değil. Bilim ve eğitimin gerilemesi, adaletin siyasetin bir aracı haline dönüşmesi ve anayasal kurumların etkisizleştirilmesi çöküşü hızlandıran diğer etmenler.
Bilimden Uzaklaşan Üniversiteler
Türkiye’de üniversiteler, bilimsel özgürlükten uzaklaşarak siyasi ve ideolojik baskılar altında şekillenmeye başladı. Akademik özerklik giderek zayıflarken, bilimsel araştırmaların desteklenmesi yerine belirli ideolojik çerçevelere uygun çalışmalar teşvik ediliyor. Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) yapısı ve üniversitelerin yönetim şekli, bilimsel özgürlüğü kısıtlayan bir noktaya evrildi.
Bir ülkenin kalkınması, üniversitelerinde yapılan bilimsel çalışmalar ve akademik özgürlük ile doğrudan bağlantılıdır. Ancak bugün Türkiye’de bilimsel üretim yerine, bilimselliği tartışmalı görüşlerin eğitim sistemine entegre edildiği ve akademik liyakatin yerini ideolojik sadakatin aldığı bir sistem yaygınlaşıyor. Bu durum, gençlerin bilime yönelmesini ve uluslararası rekabet gücünü zayıflatıyor.
Laik Eğitimin Gerilemesi
Eğitim sisteminde laiklik ilkesinin aşındığı ve dini referansların giderek arttığı gözlemleniyor. Eğitim müfredatında bilimsel ve laik temellerin yerine ideolojik yönlendirmeler ön plana çıkıyor. Anayasa Mahkemesi’nin laiklik ilkesine dair kararları, bu sürecin nasıl şekillendiğini gösteriyor.
Laik eğitim, akılcı düşünme, eleştirel bakış açısı ve bilimsel araştırma için temel taşıdır. Ancak, ideolojik müdahaleler eğitimin niteliğini düşürmekte, bilgiye ve özgür düşünceye dayalı eğitim anlayışının yerini otoriteye bağlı bir sistem almaktadır. Bunun sonucunda, eleştirel düşünce gelişememekte ve gençler geleceklerini yurtdışında aramaktadır.
Adaletin Siyasallaşması
Türkiye’de yargı bağımsızlığı ciddi şekilde tartışmalı hale geldi. Hakimler ve savcılar üzerindeki siyasi baskılar, adaletin tarafsızlığını zedeleyen uygulamalar, hukukun üstünlüğünün yerine siyasi sadakatin geçmesi, yargı sisteminin güvenilirliğini sarsıyor.
Adaletin siyasallaşması, yalnızca bireylerin haklarını değil, toplumsal barışı ve devletin hukuk güvencesini de tehdit eder. Bir ülkede hukuk sistemi bağımsızlığını yitirdiğinde, gücü elinde bulunduranlar hesap vermez hale gelir. Böyle bir sistemde, halkın devlete olan güveni hızla erozyona uğrar.
Anayasal Erklerin Aşınması
Anayasal erklerin aşınması, yasama, yürütme ve yargı arasındaki dengeyi bozan gelişmelerle kendini gösteriyor. Bağımsız kurumların etkisiz hale getirilmesi, anayasal güvencelerin zayıflatılması, hukukun üstünlüğünün yerine keyfi yönetim anlayışının geçmesi, demokratik sistemin temel taşlarını sarsıyor.
Anayasal erklerin aşınması, anayasanın bir kâğıt üzerindeki metne dönüşmesi ile sonuçlanır. Bağımsız yargı, güçlü meclis ve etkin denetim mekanizmaları olmadan, halkın iradesinin gerçekten temsil edilmesi imkânsız hale gelir. Demokrasi, ancak erkler ayrılığı ilkesi güçlü kaldığında sağlıklı bir şekilde işler.
Beyin Göçü ve Umutsuzluk
Gençler artık ülkelerinde gelecek göremiyor. Eğitimli, yetenekli bireyler, baskıcı politikalar, ekonomik belirsizlikler ve hukuksuzluk nedeniyle yurtdışına göç ediyor. Türkiye’nin en parlak beyinleri, kendi ülkelerinde değer görmedikleri için başka ülkelerin kalkınmasına katkı sağlıyor.
Gençlerin başka ülkelere göç etmesi, sadece bireysel bir karar değil, toplumsal çöküşün yansımasıdır. Bilim insanları, mühendisler, akademisyenler, doktorlar - Türkiye’nin en yetenekli kesimi, geleceklerini yurtdışında inşa etmek zorunda kaldıklarında, ülke hem ekonomik hem de entelektüel kayıplarla karşı karşıya kalır.
Siz ne dersiniz?
