542 Liralık Bir Ömrün Hatırası
Yıl 2004’tü.
Halim abi, 542 lira maaşla, SSK emeklisi oldu.
Ev kirası yüz Lira, apartman aidatı yirmi beş, diğer giderleri de yine yirmi beş liraydı.
Geriye kalan 400 lirayla bir insanın geçinmesi değil, yaşaması mümkündü.
Pazara giderdi haftada bir. Elma seçerdi, domates koklardı.
Haftada bir dostlarıyla dışarıda yemek yer, içeri girmeden sokaktaki kahkahayı doyasıya yaşardı.
Sinemaya giderdi bazen, tiyatroya belki, konsere hayranlıkla...
Kıyma, mutfağın kalbiydi. Anne ocağında tencere kaynardı, birkaç öğün çıkarılırdı bir kilo kıymadan.
Sofra kurulur, eski gazeteler peçete olurdu.
Bir yaşama sevinciydi etrafına oturulan masa.
Şimdi ise o kıymaya sadece vitrinden bakılıyor.
Camın ardında bırakılmış bir hatıra gibi.
Yıl 2025.
Maaşı 17.500 lira.
Ev kirası 15.000.
Aidat 3.000. Elektrik, su, telefon, internet... hepsi ayrı ayrı hançer.
Ay başlamadan 3.500 eksiye düşüyor Halim abi.
İçeriye girerken kapıyı kapatmıyor artık, çünkü gelen giden yok.
Kıyma hayal; kıymalı pide 550 lira.
Ama içinde kıyma yok, ot çöp dolu.
Domates 80 lira; salatalık almaktan vazgeçiyor.
Canı çekmiyor artık Halim abinin, çünkü “gerek var mı?” diye soruyor kendine.
Bir insanın kendine yabancılaşması işte bu!
Selamlar eksildi.
Komşular kayboldu.
Misafirlik hatıralarda kaldı.
Sokakta yürürken selam vermez oldu kimse.
Herkes kendi içine çekilmiş, kendi cebinde değil artık yoksulluk.
Onurunda hissediyor insan, en çok da susarken.
“Büyüyen Türkiye”, “uçan ekonomi”, “milletin gücü” diyor yıllardır aynı cümlelerle ekranlar.
Hükümetim diyor ki: “İşçiye, emekliye, asgari ücretliye %16 zam verdim.”
Ama aynı hükümet, kiraya %43 zam yapıyor.
Kira maaşı aştı, hayat artık matematikle değil, mucizeyle hesaplanıyor.
Zam oranlarıyla övünmek kolay,
Ama sofraya bakınca adaletin sesi kesiliyor.
Bu, zam değil; bu, sessiz bir eksilme!
Ama ben soframa bakıyorum: küçülmüş.
Sinemayı geçtim, pazara bile cesaretle gidiyorum.
Emeklilik artık bir düş değil, bir yük.
Ama ben yalnızca kendim için değil, bu ülkenin hafızası adına konuşuyorum, diyor Halim abi!
Simitçi Mehmet’in sustuğu sabahla başlıyor artık gün.
Ne zil sesi var, ne “çıtır mı?” sorusu.
Cam kenarındaki Hatice Teyze battaniyesini açmıyor.
Berber Ali erkenden gitmiyor dükkâna.
Bakkal Hikmet sandalyesini bile çıkarmıyor.
Şerife bohçasını asmıyor balkona, çünkü aşağıdan kimse bakmıyor.
Ayşe Teyze’nin çayı demlenmiyor eskisi gibi, çünkü oturmaya gelen yok.
Bu bir eksilme değil sadece,
Bu bir direniş.
Çünkü biz hâlâ hatırlıyoruz.
Camlar kapalı, balkonlar sessiz.
Ama içimizde bir ses hâlâ çınlıyor:
Zil sesi sustu, sabah sustu. Simit eksildi, selam eksildi.
Bohçalar tozlandı, kıymalar vitrinde kaldı.
Bir zamanlar yaşanırdı bu ülkede.
Emekli, emekli gibi yaşardı.
İnsan, insan gibi yaşardı.
Şimdi güzel olan her şey,
Ya geçmişte kaldı.
Ya başkasının hikâyesinde.
Ama ben unutmadım.
Çünkü yaşamak, hatırlamaktır.
Ve ben hâlâ yaşıyorum, bu sessizlikte bile:
Bir zamanlar yaşanırdı bu ülkede.
