Yıllar sonra Türkiye ile Rusya arasında kültür ve sanat yılı ilan edildi. Rusya’nın Bolşoy Tiyatrosu’nda bir Türk eseri sahnelenecekti. Kalabalık bir ekiple Moskova’ya gittik. Yıllar önce kurduğum hayale ulaşmama saatler kalmıştı.
Sabah ilk iş olarak, daha önce Rusya’da kültür ataşeliği yapmış bir abimiz “Sizi Nazım’ın mezarına götüreceğim” dedi. Kahvaltıdan sonra sekiz kafadar metroya doğru hareket ettik.
Moskova metrosu inanılmazdı. Haritamıza bakarken “Yer altında başka bir Rusya var,” dedim.
İki metro değiştirdikten sonra Nazım Hikmet’in mezarına ulaşmamıza dakikalar kalmıştı.
Novodeviçi Mezarlığı’nın önündeydik. Kapıdan saygıyla girdik. Burası mezarlıktan çok açık hava müzesine benziyordu. İnsan, boş bir mezar olsa içine girip yaşamak isteyecek kadar etkileniyordu.
Bizi karşılayan görevli kadın saygıyla selamladı. Kreş çocukları gibi tek sıra halinde onu takip ettik. İşte Nazım’ın mezarı!
Bizden önce birileri gelmiş, mezarına çiçekler bırakmıştı. Belki de okunan dualardan sonra ilk kez, bizler “Karlı Kayın Ormanı” şiirini Zülfü Livaneli’nin bestesiyle söyledik.
İnanılmaz bir atmosfer vardı. Hava harikaydı ve güneş, sanki Nazım da bizimleymiş gibi yanımızda duruyordu. Gözlerimiz buğulu bir şekilde ona saygımızı sunduk.
Ne zaman tekrar buluşuruz bilmiyorduk ama selamını tüm sevenlerine götüreceğimizin sözünü verdik.
Hayallerim gerçek oldukça, yeni arayışlar ve seyahatler birbirini takip etti.
Hayalleri olmayanlar sadece doğar, büyür ve ölürmüş.