Son zamanlarda gerek bazı sorumsuz yorumcular, gerekse devlette konumlanmış bir kısım densiz çevreler tarafından, İsrail’in Arz-ı Mev’ud hedefi kapsamında asıl maksadının Türkiye olduğu yönünde spekülasyonlar yapılmaktadır. Oysa tarih, jeopolitik, askeri denge ve sosyolojik bağlamlar bu iddiayı adeta yerle bir eder.
TÜRKİYE NE İRAN’DIR NE DE SURİYE: VURDU MU GÖSTERMELİK DEĞİL, KALICI VURUR
İsrail’in bölgesel hırsları olabilir. Ama Türkiye gibi bir devleti karşısına alacak ne gücü ne de cesareti vardır.
Türk askeri gücü, stratejik disiplini, savaşçı karakteri ve bin yıllık devlet hafızasıyla, yalnızca bölgenin değil dünyanın da sayılı caydırıcı güçlerinden biridir.
Bugün Türkiye’yi hedef olarak telaffuz etmek bile, ya düşman algı operasyonudur ya da safdilce bir gaflet.
İSRAİL’İN KANI, TARİHİ VE MİNNET DUYGUSU TÜRKİYE’Yİ HEDEF SEÇMESİNE MANİDİR
İsrail toplumunun azımsanamayacak bir kısmı, köken olarak Hazar İmparatorluğu’ndan gelen Türk kanı taşıyan melez Eskenaz Yahudilerinden oluşur.
1492’de İspanya’dan sürülen Sefarad Yahudilerine kapılarını açan Osmanlı, bu halka tarih boyunca kucak açmıştır.
Bugün hâlâ Türkiye’de yaşayan Sefaradlar içinde bu minneti kalbinde taşıyan çok sayıda insan vardır.
Bu kültürel bağ, İsrail’in Türkiye’ye meydan okumasının sadece mantıksız değil, aynı zamanda vicdansız olacağını da gösterir.
YAHUDİLERİN SAVAŞ GELENEĞİ YOKTUR: TARİHİ GERÇEKLER DİLE GELİYOR
Yahudi halkı tarih boyunca savaşçı değil, daha çok bilgi, ticaret ve kültürle öne çıkmış bir millettir.
Babil Sürgünü, Roma işgali, Ortaçağ Avrupa’sındaki soykırımlar ve nihayetinde 20. yüzyıldaki büyük Yahudi kıyımı (Holokost), Yahudi toplumunun ne kadar kırılgan ve savunmasız kaldığını gösterir.
Bugünkü İsrail hükümeti dahi, esasen Amerikan zenginleri ve bazı diaspora lobileri tarafından kışkırtılmaktadır.
Özellikle ABD’deki Sefarad Yahudi topluluğu, İsrail devletini gerektiğinde feda edilecek bir taş olarak gören bir yaklaşım içerisindedir. Bu da İsrail’i Arz-ı Mev’ud hedefinde yalnızlaştırmaktadır.
BİR TANIKLIK: 2000 YILINDAKİ İSRAİL SEYAHATİMİZDEN BİR SAHNE
2000 yılında İsrail ve Mısır’ı kapsayan bir seyahatte Kudüs’ten Lut Gölü’ne, Necef Çölü’nden Ben Gurion Enstitüsü’ne kadar birçok yeri gezdik.
Bir gün yol kenarındaki bir pazardan geçerken gözüme büyükçe bir Türk bayrağı ilişti. Merakla arabayı durdurduk.
Reyonda giysi satan kişiyle İngilizce konuşmaya başladık, derken kırık Türkçesiyle “Ben Türküm!” diye bağırmaya başladı.
10 yaşında ailesiyle Türkiye’den göç etmişti. İçinde hâlâ bu milletin ateşi yanıyordu.
O an anladım ki, İsrail halkı homojen değil.
İsrail, Türkiye’ye savaş açmaya kalkarsa, kendi içinde çatlar.
SONUÇ: TARİHİN HÜKMÜ ORTADA, AKIL SAHİBİ OLANLAR İÇİN
İsrail kırılgan, küçük ve dış destek bağımlısı bir devlettir.
Türkiye ise kadim, derin, güçlü ve gerektiğinde demiri iğde gibi ezer bir karaktere sahiptir.
Arz-ı Mev’ud hayalleriyle Anadolu’ya göz diken her akıl, önce kendi geçmişine, sonra tarih boyunca gölgelerinde yaşadığı Türklere bir daha baksın.
Tarihin hükmü nettir:
Anadolu’nun kapısını çalan çok olur ama içeride barınan yalnızca dosttur.
Ve şunu açıkça belirtelim:
İsrail’in gerçek hedefinde Türkiye olamaz.
Eğer bugün Türkiye’ye karşı bir hedeflenme varsa, o, Sevr ve Mondros’ta Osmanlı’yı hedef tahtasına oturtanlarla aynı merkezlerden besleniyor olabilir.
Ancak bir şeyi unutmasınlar:
Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda damaklarında kalan o acı lezzeti, yeniden tatmak istemeyecekleri aşikârdır.
Zira bu millet, “son kale” olmayı tarih boyunca omuzlamış ve hiçbir zaman yere düşmemiştir.
