Kısa sayılmayacak bir süredir Ulus Gazetesindeki köşemde yazılar yazıyorum. Sayısı kuşkusuz yüzü geçmiştir. Dile kolay.
Gazeteden gelen bilgilere göre başlangıçta düşük olan okuyucu sayım giderek arttmış. Belirli sayıda “kemikleşmiş”bir takipçi sayısına ulaşmışım.
Sevindim tabii.
Ancaaaak……….
Gazeteden aldığım son bilgiler bana pek sevindirici gelmedi doğrusu. Son üç yazı dizimin (“Türk Devletleri Deyince” , “Onur, Gurur, İzzet, Şeref, Haysiyet, Özsaygı…ve Ölüm” ve “At bre Hasan, Atma bre Recep “) okuyucu sayısı köşe yazılarında ortalama okunma oranının üzerinde olsa da en çok okunan ilk üç yazarın gerisinde kalmış, ancak dördüncü sırayı alabilmiş.
Takkeyi önüme koyup düşündüm….”nerede yanlış yapıyorum” diye.
Bula bula iki sebep bulabildim.
Birincisi, gevezeliğimin kaçınılmaz sonucu olarak çok uzun yazıyorum ve insanlar uzun yazı okumak istemiyorlar veya sıkılıyorlar.
İkincisi ise, kaknem bir tarih hocası gibi insanların içini bayıltan, afakanlar bastıran tarihi konuları yazıyorum
Her ne kadar en çok okunan üç yazar siyasi ve toplumsal konulara ağırlık verseler de ben, her yerde siyaset okumaktan, dinlemekten, tartışmaktan sıkılmış, ekonomik sorunlardan bıkmış usanmış olabileceğini düşündüğüm insanların, özellikle, pazar günleri fazla vakitlerini almayacak ve daha neşeli , eğlendirici nitelikteki yazıları okumayı tercih ettiklerine inanırım.Bu nedenle siyasi yazı yamaktan kaçınırım.
Teşhisim doğru mu yanlış mı bilmiyorum ama bu Pazar sizlere, daha az sıkıcı geleceğini düşündüğüm, havadan sudan, dam üstünde saksağan misali bir hafta sonu yazısı daha hazırladım.
Bakalım beğenecek misiniz?
……………………..
İnsanlar bazı şeyleri söylerken, anlatırken kimi zaman “yanlış hesabın Bağdat’tan döneceğini” düşünmüyorlar.
Haydi bunu örneklerle açıklayalım.
“Abicim, ben günde 5 paket sigara içerim”.
İçemezsin kardeşim.
Bunu ben değil matematik söylüyor.
Hesaplayalım mı?
Tek bir sigarayı “yangından mal kaçırır gibi” değil de keyfini çıkararak içtiğinizi düşünelim, 10 dakika sürer.
20 sigaralık bir paketi, birini söndürüp ara vermeden diğerini yaksanız dahi içmeniz 10 x 20 = 200 dakika, yani 3 saat, 20 dakika sürer.
Günde iki paket içiyorsanız 6 saat, 40 dakika durmadan, ara vermeden, temiz nefes almadan duman soluyorsunuz demektir.
Günde üç pakette bu süre 10 saate çıkar.
Günde 4 paket …... (ki ben bir ara Irak’taki savaş krizi sırasında nadiren de olsa bazı günler bu miktarı bulmuştum, artık stresten mi, korkudan mı bilmem) günde 4 paket 4 x 20 x 10 =800 dakika yani 13 saat, 20 dakikanızı bu merete harcıyorsunuz demektir, havaya savurduğunuz paraya ilaveten.
Günde 5 paket……..içemezsiniz kardeşim.
5 x 20 x 10 =1000 dakika, yani 16 saat, 40 dakika boyunca durmaksızın içinize duman çekemezsiniz.
Zaten, günde 5 paket sigara içerseniz; içseniz içseniz, ancak bir kaç gün içersiniz….sonra ölürsünüz.
Neydi yazımın başlığı…”Yanlış Hesap….”
……………………..
Filmlerde görüyoruz, adamlar banka soyuyorlar 30 milyon, 40 milyon, 50 milyon dolar çalıyorlar, torbaya, çuvala doldurup kaçıyorlar. Veya bir çanta, hani şu bir zamanlar James Bond tipi dediğimiz bir çanta içinde 1 milyon dolar, 2 milyon dolar, 5 milyon dolar fidye parası, uyuşturucu parası falan taşıyorlar.
Yapamazsınız arkadaşlar.
En büyük Amerikan banknotu 100 dolardır (Aman bana 500’lük, 1000’lik banknotlardan bahsedeyim demeyin, onlar çoktan tedavülden kaldırıldı)
100 dolarlık banknot tamı tamına 1 gram ağırlığındadır.
O zaman bin dolar ( 100 x 10 x 1 = 10 gram tutar
Bir deste, yani 100 tane 100 dolardan oluşan 10 bin dolar 100 gram ağırlığındadır.
100 bin doların ağırlığı da 1 kilodur.
1 milyon dolar da 10 kilo tutar
Bu miktar, bir James Bond veya Ataşe çantasına sığmaz Ataşe çantasının hacim olarak iki misli olan Kurye çantasına ancak sığar.
Nereden mi biliyorum. Görev icabı taşıdım da ondan.
Yani, yani, filmlerde gördüğünüz çalıntı 10 milyon dolar 100, 20 milyon dolar 200 , 30 milyon dolar 300 kilo tutar vs. Merhum Naim Süleymanoğlu canlansa dahi 30 kurye çantasına ancak sığdırılabilecek 300 kilo ağırlığındaki 30 milyon doları sırtına yükleyip sıvışamaz.
Neydi yazımın başlığı……”Yanlış Hesap”
…………………..
Hadi son bir “yanlış hesap” örneği daha verelim.
Satranç oyunu, genel inanca göre MS 6.yüzyılda Hindistan’da icad edilmiş. Bu görüş karşısında olanlar Antik Mısır’daki piramitlerde satranç oyununa dair kabartmalar olduğunu ileri sürüyorlar (Ben, sadece Giza’daki değil, Sakkara’daki Piramitleri de defalarca ziyaret ettim ama böyle kabartmalar görmedim). Hatta satrancın çok daha eski tarihlerde Mezopotamya’da, Anadolu’da, Çin’de bilindiğini, oynandığını söylüyorlar.
Biz genel inançtan hareket edelim. Hindistan’da icad edilen oyun, oradan İran’a geçmiş. Şahlar, vezirler, atlar, filler, kaleler bu görüşü kuvvetlendiren unsurlar. İran’dan Araplara geçen satranç, Endülüs Emevileri yoluyla Ispanya’ya geliyor, oradan da Avrupaya yayılıyor, icad edilmesinden 400 yıl sonra.
Tabii Avrupa’da Şah, Vezir, fil mil olmadığından taşları biraz değişikliğe uğruyor. Şah kral oluyor, vezir kraliçe, fil de papaz
(Piskopos/bishop).
Gelelim hesabımıza.
Oyunun mucidi Başvezir Sissa bunu Hind Kralı Şirhan’a hediye ediyor. Kral pek memnun oluyor ve Başvezirine “ dile benden ne dilersen” diyor. Vezir “isteyeceğimi veremezsiniz” diye cevaplıyor, utana sıkıla.Kral sinirleniyor “Bunca zenginliğimle veremeyeceğim ne var ki?.”
“Efendim, biliyorsunuz satranç tahtasında 64 kare var . Birinci kareye bir buğday tanesi, ikinciye iki, üçüncüye 4, dördüncüye 8, yani her kareye bir öncekinin iki misli adet buğday koysanız bana yeter ama siz o kadar buğday tanesi bulamazsınız, koyamazsınız”.
“Bre deyyus, sen aklını Ezine peyniri-çavdar ekmeği ile mi yedin. Koymasına koyarım ama, git, ye, iç,semir, bir ay sonra gel, ağırlığıca altın vereyim sana”
“Yok Efendim, söylediğim yöntemle bana buğday vermenizi tercih ederim”.
“Sen bu kafayla o güzel oyunu nasıl icad ettin yahu. Gel şu buğday işinden vazgeç, sana ihale vereyim, olmadı Hind doları ödeyeyim. Beğenmedinse Hindcoin’e ne dersin?”
“Sağlığınıza duacıyım Efendim, Buda sizi başımızdan eksik etmesin ama ben buğday isterim….isterim de isterim”
“Fesuphanbulla…pekala verdim gitti. Ama sonradan sakın ola ki Kral bana kazık attı demeyesin”
“Demem Efendim, ama sakın siz de benim size ka…”
“Dur deyyus, sus yoksa alırım kelleni”
Mali yıl sonunda Hind Külliyesinin hesapları Bağdat’taki Sayıştaya yollanır. İncelemeler sonunda Vezirine ağırlığınca altın ödemeyi öneren Kralın mı, yoksa altın yerine satranç tahtası kareleri hesabı ile buğday almayı tercih eden Vezirin yanlış hesabının mı Bağdat’tan döndüğü ortaya çıkar.
Siz ne dersiniz ?
Öyle kafadan cevap vermek yok. Aşağıda sunduğum verilerden hesaplayın bakalım. Ben oturdum, üşenmedim,hesapladım.
Altının gramı yuvarlak hesap 4 bin lira desek. Vezir de mesela 100 kilo olsun. Çarpın bakalım Vezirin ağırlığınca altın kaç para ediyor.
Öte yandan bin adet buğdayın 25 gram tutuğundan yola çıkıp, bir kilo buğdayın da 10 lira olduğunu düşünerek bir hesap daha yapın.
Sonra iki rakamı karşılaştırın. “ ,”Bağdat’tan dönen yanlış hesabın”
Krala mı, Vezire mi zait olduğunu bulun.
Herkese güzel bir hafta sonu diliyorum.
