Şair kendi sormuş, kendi cevaplamış : “Biz kimleriz ? Biz Altay’dan gelen erleriz”. (Enis Behiç Koıryürek).
Başkaları ise : “Tükiye (dikkat ‘ Türk değil, Türkiye’ değil ‘Tükiye’ deniyor) halkı /kavimi Asena’dan türemiştir”. Yani onlara göre bizler kurdun ahfadıyız (Ahfad = torunlar demektir).
19. Asırın başlarından itibaren “üç Kıtanın 7 İklimin hakimi” olan Osmanlı İmparatorluğu çökmeye başlamıştı. Hani, tabiri caiz ise “Kurt kocayınca….” diye başlayan bir berceste vardır ya, o duruma düşmüştü “Devlet i Aliyye”.
Bir zamanlar önünde titreyenler artık onu “Avrupa'nın hasta adamı” olarak görüyorlardı. “Kocamış kurdun peşinde herkes ağzının suları aka aka bir parça, bir lokma koparma, bir avanta/imtiyaz kapma peşine düşmüştü.
Çeşitli ulusların asırlar boyu birarada yaşadığı Osmanlı İmparatorluğunda ilk milliyetçi kılıfına bürünmüş ayaklanma 1820’lerin başında,Yunanistan’da çıktı. Yukarıda “kılıf” kelimesini kullandım. Neden biliyor musunuz? İngilizlerin “milli şairi” Lord Byron yıllar boyu Yunanistan’da ne yapıyordu acaba?. Ya Osmanlı tarafından görevinden alınan Boğdan Beyinin oğlu,Aleksander İpsilanti Bey- daha sonra Rusya’ya kaçıp Rus Ordusunda subay olmuştur. Yunanlı olmadığı halde hangi millet adına Yunanlıları kışkırtıyordu dersiniz? Bu durumda Yunan ayaklanmasını, son zamanların dillere pelesenk olan tabiri ile, kökü dışarda, dış mihrakların eseri olduğunu düşünmek hatalı mı olur sizce?
Osmanlı, kimi çevrelerimizde resmedilmeye çalışıldığı kadar aciz, izansız, basiretsiz mıydı? Asla. Kötüye gidişatı durdurabilmek için ellerinden geleni yaptılar….Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, Sultan Abdülaziz’in (tarihte ilk kez askeri sefer dışında Avrupa’ya giden Osmanlı Padişahıdır) Avrupa gezisi…….
Ama “diş macunu tüpten çıkmıştı “ bir kere, sinekler balın tadını almıştı. Haydaa, başka milliyetçi ayaklanmalar başladı. Eskilerin 93 Harbi dedikleri 1877-78 savaşlarında isyan eden Romenler, Bulgarlar, Sırplar , Karadağlılar sahneye çıktı……Arkalarında bilmem kaç yüzbin kişilik Rus Ordusu ile. “Tuna Nehri akmam diyor”du, Osman Paşa “Plevne’den çıkmam” diyordu ama Rus ordusu Çatalca’ya kadar geldi. Hani :İngilizler, Fransızlar engellemeseler belki de İstanbul’un adı “Alexandrgrad” olacaktı
İtalyanlar Libya’ya göz diktiler,Trablus’a çıkarma yaptılar (1911).
Dur aman demeye kalmadı Balkan Savaşı çıktı (!912-q913). İpler yine dış mihrakların “İngiltere, Fransa, Rusya)). Yüzbinlerce Evlad ı Fatihan asırlardır yaşadıkları topraklarından göç etmek zorunda kaldı. Yolda, Bulgar, Yunan, Sırp çetecilerinin saldırısına uğradılar. Hani, “Jenosid, jenosid ” diye tutturan çeneler var ya,asıl jenosid’in o çeteler tarafından, Istanbul’a göç etmeye çalışan kadın, çocuk, genç, yaşlı, sivil ayırımı gözetilmeden insanlarımıza karşı işlendiğini görmek istemediler.
(Ara not: Arap isyanlarını kimlerin başlattığını, kışkırttığını, desteklediğini falan bir yana bırakıyorum).
Birinci Balkan Savaşı ile asırlardır bizim olan Rumeli’ni kaybettik. Hatta bir zamanlar Osmanlının pay ı tahtı olan Edirne dahil Trakya'nın bir bölümü dde elimizden gitti.
Ne demişler “Hırsızlar çalarken değil paylaşırken kavga ederler”. Burada da ayniden öyle oldu. Birinci Balkan Savaşının galipleri aldıkları toprakları paylaşamayınca birbirleriyle savaşa başladılar.Bu da İkinci Balkan Savaşıydı. Osmanlı fırsattan faydalanıp Edirne’yi Bulgarlardan geri aldı.
Bından sonrasını sinemada görseniz inanamayacağınız bir film senaryosu gibi izleyelim mi?
Kurt yaşlanmıştı belki ama çökmemişti. Planlarını, örgütlenmesini hazırlamış fırsat kolluyordu.
Enver Paşa, Edirne içindeki ve Lalapaşa, Havza, Uzunköprü ilçelerindeki casuslarından haber bekliyordu.
Nihayet beklenen haber geldi. Bulgarlar Yunanistan ile yapmakta oldukları savaşta kullanmak üzere Edirne’deki askerlerinin çoğunu çekmişler, küçük bir birlik bırakmışlardı.
Enver Paşa hemen Teşkilat ı ı Mahsusa’nın önde gelen liderlerinden Kuşçubaşı Eşref ile Süleyman Askeri Beyleri gece yarısı evine çağırdı. “Beklediğimiz fırsat geldi arkadaşlar. Planı hemen uygulamaya başlayın”. Her ikisini de alınlarından öpüp uğurladı.
Sabah gün ağırmadan, önce Kuşçubaşı Eşref yanındaki bir avuç subay ve 100 serdengeçtiden oluşan fedailer grubuyla İstanbul’dan Edirne’ye doğru yola çıktı.
Plana uygun olarak Süleyman Askeri Bey bir süre bekledikten sonra o da atlı fedaileriyle birlikte aynı istikamete yöneldi.
Edirne’ye ilk varan Kuşçubaşı Eşref’in bir avuç fedaisi Bulgar askerleri ile ilk çatışmadan sonra şehre girdi. Arkadan gelen Süleyman Askeri’nin atlı fedaileri de şehrin bir başından girip diğer ucundan çıktı.
Edirne saatler içinde düşmandan geri alınmıştı (23 Temmuz 1913).
İstanbul’a haber ulaşınca bu kez Enver Paşa Osmanlı ordusuyla yola çıktı, Trakya’yı temizleyerek Edirne’ye yöneldi.
Eşref ile Süleyman Beyler ordunun gelmesini beklemediler. Görevleri bitmiş miydi?
Ne münasebet Canım, filmin en heyecanlı kısmı asıl şimdi başlıyordu.
Edirne’den hemen ayrılıp şimşek gibi Batı Trakya’ya daldılar.
Önceden örgütlenen yerel güçlerle birleşip Dedeağacı, Gümülcine’yi (31 Ağustos 1913), İskeçe’yi (1 Eylül 1913) ele geçirdiler. Aynı gün, bugünkü Bulgaristan’ın güneyindeki Rodop dağlarından , yine bugünkü Yunanistan'ın kuzey Ege sahiline kadar uzanan bölgede……………..
…………..Osmanlıya bağlı Garbi Trakya Hükumet i Muvakketesi ilan edildi (Muvakkete =geçici demektir).
Avrupa Devletleri çılgına döndü. Rumeli'nde kendi çizdikleri sınırların bozulmasını kabul edemezlerdi. Adetleri olduğu üzere derhal Osmanlıya baskıya, tehditlere başladılar. Sopayı, aba altından değil alenen göstermeye yöneldiler.
Dedim ya Kurt kocamış, güçten düşmüştü ama az da olsa hala aklı başında olan yöneticileri vardı………
……………B Planı hazırdı.
12 Eylül 1913’te Batı Trakya Türk Cumhuriyeti ilan edildi. (Cumhuriyetimizin ilanından 10 yıl önce)
Türk tarihinde Cumhuriyeti kabul eden ilk Türk Devleti budur işte. Onun için Cumhurbaşkanlığı forsunda yıldız olarak gösterilme hakkı vardır berce.
Hazırlanan plan muhteşemdi. Kurulan Devletin…
Başşehri Gümülcine’ydi.
Yarım milyona yakın nüfusa sahipti (%80 Türk ve Pomaklar, kalanı yerel Hristiyan azınlıklar)
30 bin kişilik ordusu hazırdı.
Yeşil, beyaz ve siyah renklerden oluşan, beyaz ay yıldız taşıyan bayrağı vardı (Ay yıldız Türklüğü, yeşil İslamı, siyah Balkanlardaki zülmu simgeliyordu.
Süleyman Askeri Beyin hazırladığı milli marşı vardı.
Batı Trakya Haber Ajansı kurulmuştu.
“İndependete” ismi ile Türkçe ve Fransızca gazete yayınlanmaya başlanmıştı.
Devlete ait radyo istasyonu kurulmuştu.
Hatta, iki arada bir derede pul dahi bastırılmıştı (Bugün değeri çok artan bu pullara sahip olan filatelistler bayram ederler ).
Para basılması için İsviçreli bir matbaa ile anlaşmaya varılmıştı. Yeni paralar gelene kadar, geçici olarak Osmanlı paraları kullanılacaktı.
Yeni Devlet kendi yasalarını oluşturana değin Osmanlı kanunlarını uygulayacaktı ama Osmanlıdan bağımsız mahkemeler kurulmuştu.
Hatta ve hatta Devlete ait pasaportların kullanımına geçilmişti.
Bu kadar kısa bir zaman içinde böyle bir teşkilatlanma, böylesine bir yeni devlet yaratma tarihte görülmemişti. Bir daha görülmesi de çok zordur, sanırım. (Turgut Özakman meşhur kitabına “Şu Çılgın Türkler” adını boşuna koymamıştı)
Yetmedi mi?
Üstelik, birbirleri ile savaş halinde olan Yunanistan ile Bulgaristan aralarında “tampon bölge” olarak algıladıkları Batı Trakya Türk Cumhuriyetini resmen Devlet olarak tanıdılar.
Ne kadar acıdır ki Osmanlı kendi yarattığı bu Türk Devletini ………..tanımadı …..Korktu mu, baskılara dayanamadı mı…ne olduysa oldu ama tanımadı .
Bu Devletin bizimCumhurbaşkanlığı forsunda bir yıldız olarak gösterilmeye hakkı yok mu sizce?
Ama, ne oldu?
Ne olacak ? Demokrasi, özgürlük, self determinasyon palavralarının yaratıcısı Batı Devletlerinin, uzun zamandır planladıktan sonra ele geçirdikleri avantaları bırakmaya hiç niyetleri yoktu. Hemencecik Londra’da bir toplantı düzenlendi ve hazırladıkları Anlaşmayı (Londra Anlaşması) Osmanlıya metazori kabul ettirdiler………
…………Tarihte kurulan ilk Türk Cumhuriyeti olan Batı Trakya Türk Cumhuriyeti kuruluşundan 56 gün sonra…….masada yıkıldı.
Yazıklar olsun…..
Ve biz hala bu ilk Türk Cumhuriyetine bir yıldızı çok görüyoruz.
(Ara not : Haritada değme bilgiçin parmakla yerini gösteremeyeceği bir çok ülke var: Nauru,, Tuvalu, Palau, Kiribati,, Tonga, Samoa, Vanuatu. Bunların hemen hepsinin yüzölçümü ve nüfusu Batı Trakya Türk Cumhuriyetinden az. Ama onlar “devlet”, lakin, bizimki değil. , Yazıklar olsun ).
……………………….
Bitirmeden önce………..
“Türk Devlerleri Deyince” başlıklı yazımın 1.Bölümünde, Cumhurbaşkanlığı Forsunda yıldız ile simgelenmeye hakkı olduğunu düşündüğüm “ en azından iki Türk Devleti daha var” ifadesini kullanmıştım.
Tabii oradaki “ en azından” sözü dikkatinizi çekmiştir.
Aslında bir tane daha var ama “muvakkete / geçici” düzeyde kaldığı için yıldız kategorisine koymakta tereddüt ettim..
Yine de haksızlık etmemek için bir kaç cümle ile ondan da bahsetmek istiyorum.
Mondros Mütarekesi sonucunda Osmanlı Ordusu Güney Kafkasya’dan çekilince bölgede kalan Türkler ve Türk soylular kurda kuşa yem olmasın diye 1918 yılının Aralık ayılında Kars’ta iki toplantı yapıldı. Bunların sonucunda Osmanlıdan ayrılarak, bugünkü Gürcistan’ın, Ermenistan’ın güneyinde, bizim topraklarımızın da kuzey doğusunda Cenub-i Garbi Kafkas Hükumet-ı Muvakkete-i Milliyesi kuruldu. Yani Güney batı Kafkasya Geçici Milli Hükımeti.
Kars,Başkenti oldu.
Yarısı yeşil (İslam) yarısı kırmızı, kırmızı kısmının üstünde yukarı bakan beyaz ay yıldız bulunan bayrağı vardı.
Bakanlar heyeti bulunuyordu.
Ama………
Batı devletleri bir kez daha “Alan da kaçan mı?” dediler.
Osmanlının teslim belgesi olan Mondros Mütarekesini İtilaf Devletleri adına imzaladıktan sonra işgal edilen İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliğine getirilen Amiral Calthrope, kurulmasının üzerinden daha üç ay bile geçmemiş olan Cenub-i Garbi Hükumet-i Muvakkete-i Milliyesini işgal edip tarihten sidi.
Belki onların da “yıldızlanma” hakkı vardır.
Ne bileyim.
…………………
Son Söz:
Hani şu Türk Devletler Teşkilatı var ya, bence son gelişmelerden sonra;
“ Ya Kurucu Anlaşmasına veya Belgesine “Besle kargayı , oysun gözünü” atasözünü eklemek,
Ya da Teşkilatı tümden kapatmak…….”
………..geliyor içimden
Haksız mıyım?