Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
Köşe Yazarı
Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
 

Türk Devletleri Deyince. (2. Bölüm)

Oğuz Han…….. 6 oğlu vardı. Üçü (Yıldız Han, Ay Han, Gün Han) Bozoklar, diğer üçü de  (Gök Han, Deniz Han, Dağ Han)  Üç Oklar Boylarını kurdular. 6 Oğulun da dörder oğlu oldu. Böylece Oğuz Hanın  24torunu, 24 Türk Bounu oluşturdular. Bozok’lardan  Gün Hanın oğullarından biri Kayı (bazı kaynaklar adının Kaya olduğunu kaydederler) Bey idi. Onun boyun da “Kayı Boyu” denildi. İşte Türkiye’de yaşayanların çoğunluğu Kayı Boyundandır.. Orta Asya’da yaşayan Türki Topluluklar başlıca kuraklık sorunu nedeniyle  Batı’ya doğru asırlara yayılan bir göç başlattıla. buna  “Kavimler Göçü” adı veriliyor. Kayılar, Asyanın ortasında değil, Horasan Bölgesinde yaşıyorlardı. Kuraklıktan ziyade Moğolların baskısından dolayı Batı’ya doğru göç ettiler. Batı’ya giden Türki Kavimlerin çoğunu yaptığının tersine, Hazar Denizinin kuzeyinden değili güneyinden gitmeyi tercih ettiler. Başlarında Süleyman Şah (Kimi tarihçiler Gündüz  bey olduğunu ileri sürerler, aynı  kişiden mi bahsettikleri bilmiyorum), ellerinde mavi zemin üzerine resmedilmiş stilize iki ok ve bir yay figürünün bulunduğu bayrak vardı. Bu figür “ IYI” şeklini andırıyordu. (Sembol günümüzde bir siyasi parti tarafından kullanılmakta). Süleyman Şah,  bugünkü Suriye ile olan sınırımız yakınlarında ölünce başa oğlu Ertuğrul geçti. (Son zamanlarda yeniden konuşulmaya başlanılan  Süleyman Şah Türbesinin bu Süleyman Şaha mı yoksa Anadolu Selçuklularını dağılmasından  sonra iktidar kavgasına karışan bir başka Süleyman Beye  mi ait olduğu hususu da tartışmalıdır.) Ertuğrul Bey, Anadolu Selçuklularında aldığı izin ile Marmara Denizinin güneydeki Söğüt kasabasına yerleşti. Bir savaşta ölmesinden sonra başa, 622 yıllık bir İmparatorluğa adını verecek olan oğlu Osman Bey geçti. Bu minik Devletin / Beyliğin kuruluş tarihinin 1299 yılı olduğu kabul edilir. Güçlü Anadolu Beylikleri ile başa çıkabilmesinin kolay olmayacağını anlayan Osman Bey topraklarını genişletebilmek için, bir başka istikamete,  Rumeli’ne yöneldi. Yıl 1331 idi.Osmanlılar kuruluşlarınan sadece  32 yıl sonra Trakya’ya, Balkan’lara , Rumeli’ne ayak basmışlar ve fetihlere girişmişlerdi. O tarihlerde Bölge birlik içinde değildi, feodal şövalyelikler, despotluklar  birbirleri ile çatışma halindeydiler. Osmanlıların  bu durumdan yararlanıp oraları ele geçirmeleri uzun sürmedi. “Rumeli”, yani “Roma İlleri” bölgesi, Anadolu’dan çok daha önce fethedildiği için ben,Türklerin  ,Horasan'dan sonraki Anayurdunun , Anadolu değil, Rumeli olduğu görüşündeyim.  Bu görüşe itiraz edenler olacaktır, muhakkak. Olsun varsın….benim görüşüm böyle. ……………………. Bu satırları yazarken aklıma bir hatıram geldi. 1996-2000 yılları arasında Arnavutluk’ta Büyükelçiydim. Londra’da okuyan kızım beni ziyarete gelmişti.  Bir cumartesi sabahıydı ve işe gitmek üzere traş oluyordum.Kızım “ne yapıyorsun baba? diye sordu. “İşe gitmek için  traş oluyorum kızım”., “Baba bugün Cumartesi, işe falan gitmiyorsun, ama hazırlan Makedonya’ya gideceğiz. Bu kadar zamandır buradasın komşu Makedonya’ya, senin babanın, benim dedemi doğduğu yere gitmek hiç aklına gelmedi mi, vakit ayıramadın mı?”. Haklıydı kızım. Babam Üsküp yakınlarındaki Köprülü’de doğmuş,  Balkan Savaşında 4-5 yaşlarındayken aile ile birlikte Türkiye’ye göç etmişti. Atladık arabaya, iki gün boyunca Köprülü de dahil Makedonya’yı dolaştık. Üsküp’te ilginç bir olay yaşadık. Kentin, bizler açısından önemli yerlerini gezerken Sultan Murad Camiine de uğradık. Güzel bir bahçe içinde , güzel bir yapıydı. Asırlık çınar ağaçlarının gölgesinde saçlarına, sakallarına aklar düşmüş dedecikler oturmuş muhabbet etmekteydiler. Bizi de yanlarına davet ettiler. Oturduk. Nereden geldiğimizi sordular. İşi karıştırmamak, uzatmamak için İstanbul’dan  geldiğimizi söyledik. Hepsi heyecanlandı. Biri kızının Istanbul’a gelin gittiğini anlattı. Öbürü damadının İstanbul’da çalıştığını söyledi. Diğeri İstanbul’da akrabalarının olduğundan bahsetti. Hepsinin İstanbul ile bir bağlantıları vardı ve bu güzel şehrimizden  özlemle, hayranlıkla, gözleri parlayarak bahsediyorlardı. Dudaklarımdan, sonradan pişman olacağım ve utanç duyacağım o sorunun dökülmesine mani olamadım….”Peki, siz neden tası tarağı toplayıp oraya gitmiyorsunuz?” Hepsi şaşkınlıkla bana baktılar bir süre. Sonra aralarından biri “Neden gidelim ki Evladım, burası bizim ata toprağımız, biz asırlardır burada yaşıyoruz”. Çok mahcup olmuştum. Burası onların, Rumeli’lilerin , tabii ki “Anayurdu”ydu. Onlar “Evladı Fatihan”ların,yani oraları fethedenlerin evlatları, tırunlarıydılar…asılardır Rumeli onların Anayurdu  olmuştu. Bakınız, bahçesinde oturdukları Cami 1436 yılında inşa edilmişti.. Bugün Dünyaya her konuda ders verme illetinden kurtulamayan Amerika’nın keşfinden yarım asır, 56 yıl  önce Atalarımız bu Camiyi yapacak düzeyde yaşamaktaydılar. Ben “camileri” sadece bir ibadet yeri olarak görmem. Arapça olan “cami” kelimesi “toplayan, bir araya getiren” kökünden türemiştir.. Sadece  ibadet için değil  ortak konuların görüşülmesi,sorunlara çare bulunması,dertlerin sevinçlerin psylaşılması, anlaşmazlıkların çözülmesi (hatta hatta kız alınıp verilmesi) gibi sosyal ihtiyaçlar için de toplanılan bir mahaldir. Ayrıca sanat (hat, tezhip, çinicilik, vitray, aydınlatma-ışıklandırma taş ve tahta oymacılığı gibi)   estetik güzellikleri, ustalıkları da sergiler, mimarlık, matematik, statik bilgilerin ulaştığı düzeyi  ortaya koyar. Hele çoğunda mevcut bulunan ve asıl işlevi bugün kullanılan anlamından farklı olan,cami  külliyelerinin okulları/medreseleri, imarethaneleri, sağlık hizmetleri (darüşşifa), kütüphane, hamam, abdesthane, hatta çarşı imkanları bu yapıların toplum hayatı içindeki önemli yerinin göstergesidir.   Yani Amerikanın keşfedildiği sırada insanlar ihtiyaçlarını ilk buldukları yere çömelerek giderirken , bizim aptesthanelerimiz bile  Atalarımızın  ulaştığı medeniyet düzeyinin ne olduğunu ortaya koymaktaydı. Bakmayın şimdi dünyaya düzen vermeye çalışan Amerikalılara, biz onların cemaziyelevvelini  de biliriz. Yahu, bugün sizlere Cumhurbaşkanılığı Forsundaki yıldızlar arasında yer bulamadığına  şaşırdığım bir diğer eski Türk Devletinden bahsedecektim güya. Yine çenem düştü ,yazı , üzerinde Arap/zenci kızının resmi bulunan,  çocukluğumuzun  “Zambo” sakızı gibi uzadıkça uzadı, yerim kalmadı.   “Devamı haftaya” desem kızar mısınız ? Bu kez söz, yazıyı gelecek hafta bitireceğim ve o Devletin hangisi olduğunu açıklayacağım. Hangi Devlet tarafından yıkıldığını da yazdığım zaman eminim bazı çevrelerin öfke oklarına hedef olacağım.      
Ekleme Tarihi: 20 April 2025 - Sunday

Türk Devletleri Deyince. (2. Bölüm)

Oğuz Han……..

6 oğlu vardı. Üçü (Yıldız Han, Ay Han, Gün Han) Bozoklar, diğer üçü de  (Gök Han, Deniz Han, Dağ Han)  Üç Oklar Boylarını kurdular.

6 Oğulun da dörder oğlu oldu. Böylece Oğuz Hanın  24torunu, 24 Türk Bounu oluşturdular.

Bozok’lardan  Gün Hanın oğullarından biri Kayı (bazı kaynaklar adının Kaya olduğunu kaydederler) Bey idi. Onun boyun da “Kayı Boyu” denildi. İşte Türkiye’de yaşayanların çoğunluğu Kayı Boyundandır..

Orta Asya’da yaşayan Türki Topluluklar başlıca kuraklık sorunu nedeniyle  Batı’ya doğru asırlara yayılan bir göç başlattıla. buna 

“Kavimler Göçü” adı veriliyor.

Kayılar, Asyanın ortasında değil, Horasan Bölgesinde yaşıyorlardı. Kuraklıktan ziyade Moğolların baskısından dolayı Batı’ya doğru göç ettiler. Batı’ya giden Türki Kavimlerin çoğunu yaptığının tersine, Hazar Denizinin kuzeyinden değili güneyinden gitmeyi tercih ettiler.

Başlarında Süleyman Şah (Kimi tarihçiler Gündüz  bey olduğunu ileri sürerler, aynı  kişiden mi bahsettikleri bilmiyorum), ellerinde mavi zemin üzerine resmedilmiş stilize iki ok ve bir yay figürünün bulunduğu bayrak vardı. Bu figür “ IYI” şeklini andırıyordu. (Sembol günümüzde bir siyasi parti tarafından kullanılmakta).

Süleyman Şah,  bugünkü Suriye ile olan sınırımız yakınlarında ölünce başa oğlu Ertuğrul geçti. (Son zamanlarda yeniden konuşulmaya başlanılan  Süleyman Şah Türbesinin bu Süleyman Şaha mı yoksa Anadolu Selçuklularını dağılmasından  sonra iktidar kavgasına karışan bir başka Süleyman Beye  mi ait olduğu hususu da tartışmalıdır.)

Ertuğrul Bey, Anadolu Selçuklularında aldığı izin ile Marmara Denizinin güneydeki Söğüt kasabasına yerleşti. Bir savaşta ölmesinden sonra başa, 622 yıllık bir İmparatorluğa adını verecek olan oğlu Osman Bey geçti. Bu minik Devletin / Beyliğin kuruluş tarihinin 1299 yılı olduğu kabul edilir.

Güçlü Anadolu Beylikleri ile başa çıkabilmesinin kolay olmayacağını anlayan Osman Bey topraklarını genişletebilmek için, bir başka istikamete,  Rumeli’ne yöneldi. Yıl 1331 idi.Osmanlılar kuruluşlarınan sadece  32 yıl sonra Trakya’ya, Balkan’lara , Rumeli’ne ayak basmışlar ve fetihlere girişmişlerdi. O tarihlerde Bölge birlik içinde değildi, feodal şövalyelikler, despotluklar  birbirleri ile çatışma halindeydiler. Osmanlıların  bu durumdan yararlanıp oraları ele geçirmeleri uzun sürmedi.

“Rumeli”, yani “Roma İlleri” bölgesi, Anadolu’dan çok daha önce fethedildiği için ben,Türklerin  ,Horasan'dan sonraki Anayurdunun , Anadolu değil, Rumeli olduğu görüşündeyim. 

Bu görüşe itiraz edenler olacaktır, muhakkak. Olsun varsın….benim görüşüm böyle.

…………………….

Bu satırları yazarken aklıma bir hatıram geldi.

1996-2000 yılları arasında Arnavutluk’ta Büyükelçiydim. Londra’da okuyan kızım beni ziyarete gelmişti. 

Bir cumartesi sabahıydı ve işe gitmek üzere traş oluyordum.Kızım “ne yapıyorsun baba? diye sordu. “İşe gitmek için  traş oluyorum kızım”., “Baba bugün Cumartesi, işe falan gitmiyorsun, ama hazırlan Makedonya’ya gideceğiz. Bu kadar zamandır buradasın komşu Makedonya’ya, senin babanın, benim dedemi doğduğu yere gitmek hiç aklına gelmedi mi, vakit ayıramadın mı?”.

Haklıydı kızım. Babam Üsküp yakınlarındaki Köprülü’de doğmuş,  Balkan Savaşında 4-5 yaşlarındayken aile ile birlikte Türkiye’ye göç etmişti.

Atladık arabaya, iki gün boyunca Köprülü de dahil Makedonya’yı dolaştık.

Üsküp’te ilginç bir olay yaşadık. Kentin, bizler açısından önemli yerlerini gezerken Sultan Murad Camiine de uğradık. Güzel bir bahçe içinde , güzel bir yapıydı. Asırlık çınar ağaçlarının gölgesinde saçlarına, sakallarına aklar düşmüş dedecikler oturmuş muhabbet etmekteydiler.

Bizi de yanlarına davet ettiler. Oturduk. Nereden geldiğimizi sordular. İşi karıştırmamak, uzatmamak için İstanbul’dan  geldiğimizi söyledik. Hepsi heyecanlandı. Biri kızının Istanbul’a gelin gittiğini anlattı. Öbürü damadının İstanbul’da çalıştığını söyledi. Diğeri İstanbul’da akrabalarının olduğundan bahsetti. Hepsinin İstanbul ile bir bağlantıları vardı ve bu güzel şehrimizden  özlemle, hayranlıkla, gözleri parlayarak bahsediyorlardı.

Dudaklarımdan, sonradan pişman olacağım ve utanç duyacağım o sorunun dökülmesine mani olamadım….”Peki, siz neden tası tarağı toplayıp oraya gitmiyorsunuz?”

Hepsi şaşkınlıkla bana baktılar bir süre. Sonra aralarından biri “Neden gidelim ki Evladım, burası bizim ata toprağımız, biz asırlardır burada yaşıyoruz”.

Çok mahcup olmuştum. Burası onların, Rumeli’lilerin , tabii ki “Anayurdu”ydu. Onlar “Evladı Fatihan”ların,yani oraları fethedenlerin evlatları, tırunlarıydılar…asılardır Rumeli onların Anayurdu  olmuştu.

Bakınız, bahçesinde oturdukları Cami 1436 yılında inşa edilmişti..

Bugün Dünyaya her konuda ders verme illetinden kurtulamayan Amerika’nın keşfinden yarım asır, 56 yıl  önce Atalarımız bu Camiyi yapacak düzeyde yaşamaktaydılar.

Ben “camileri” sadece bir ibadet yeri olarak görmem. Arapça olan “cami” kelimesi “toplayan, bir araya getiren” kökünden türemiştir.. Sadece  ibadet için değil  ortak konuların görüşülmesi,sorunlara çare bulunması,dertlerin sevinçlerin psylaşılması, anlaşmazlıkların çözülmesi (hatta hatta kız alınıp verilmesi) gibi sosyal ihtiyaçlar için de toplanılan bir mahaldir.

Ayrıca sanat (hat, tezhip, çinicilik, vitray, aydınlatma-ışıklandırma taş ve tahta oymacılığı gibi)   estetik güzellikleri, ustalıkları da sergiler, mimarlık, matematik, statik bilgilerin ulaştığı düzeyi  ortaya koyar. Hele çoğunda mevcut bulunan ve asıl işlevi bugün kullanılan anlamından farklı olan,cami  külliyelerinin okulları/medreseleri, imarethaneleri, sağlık hizmetleri (darüşşifa), kütüphane, hamam, abdesthane, hatta çarşı imkanları bu yapıların toplum hayatı içindeki önemli yerinin göstergesidir.  

Yani Amerikanın keşfedildiği sırada insanlar ihtiyaçlarını ilk buldukları yere çömelerek giderirken , bizim aptesthanelerimiz bile  Atalarımızın  ulaştığı medeniyet düzeyinin ne olduğunu ortaya koymaktaydı. Bakmayın şimdi dünyaya düzen vermeye çalışan Amerikalılara, biz onların cemaziyelevvelini  de biliriz.

Yahu, bugün sizlere Cumhurbaşkanılığı Forsundaki yıldızlar arasında yer bulamadığına  şaşırdığım bir diğer eski Türk Devletinden bahsedecektim güya. Yine çenem düştü ,yazı , üzerinde Arap/zenci kızının resmi bulunan,  çocukluğumuzun 

“Zambo” sakızı gibi uzadıkça uzadı, yerim kalmadı.

 

“Devamı haftaya” desem kızar mısınız ?

Bu kez söz, yazıyı gelecek hafta bitireceğim ve o Devletin hangisi olduğunu açıklayacağım. Hangi Devlet tarafından yıkıldığını da yazdığım zaman eminim bazı çevrelerin öfke oklarına hedef olacağım.

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.