İngilizce bir deyim var: “It takes two to tango ”. Yani “Tango yapmak için iki kişi gerekir” diyor Anglosaksonlar.
Geçen hafta yayınlanan yazımızın ilk bölümünde anlatmaya başladığımız “Büyük Aşk hikayesinin” “turupu ”, yani tangonun kavalyesi 8.Edwad’dı.
Peki ya “şalgamı”, yani tangonun “dam”ıı kimdi ?
……………………..
Bayan Wallis Amerikalıydı.. Amerikan donanmasında görevli bir pilotla evlendi. Kocasının görev yaptığı uçak gemisi Çin’e gönderilince o da arkasından gitti. Gemide kalamayacağı için Şanghay’da ev tuttu. Kocasından ayrı kaldığı günler “yalnızlığını gidermek için” geniş bir dost ” çevresi kurdu.. “Dost”larının arasında kendisine önemli “meziyetler” kazandıran, öğreten Çinliler olduğu gibi Avrupalılar da vardı.
Avrupalı “dost””larından biri, kendisinden 7 yaş küçük, genç bir İtalyan diplomattı Kont Ciano.
Ne o, bu isim sizde bir çağrışım yaptı, değil mi?
Evet, haklısınız, bu Kont Ciano, ileride Mussolini'nin kızıyla evlenip damadı olacak ve Faşist İtalya’nın Dışişleri Bakanı olarak görev yapacak Kont Ciano’dur.
(Ara not: Kont Ciano, 1944 yılında kurşuna dizilerek idam edilmiştir).
Derken Bayan Wallis hamile kalmaz mı?
Doğacak bebek sarışın bir Amerikalıya mı çekecekti, daha koyu tenli bir İtalyan’a mı, yoksa gözleri çekik mi olacaktı….bilinmez……Zira “Kendisini Çinli doktorlara emanet etti” ve kürtaj yaptırdı..
Çinli doktorlar “emanete hıyanet ettiler”…..Bayan Willis kısır kaldı. Kürtaj nedeniyle Amerikalı denizci pilot kocası onu boşadı.
Ardından dul bayan Wallis, istikbalini yeni ufuklarda aramak için İngiltere’ye , Londra’ya gitti.
“Boş duranı Allah sevmez” diye düşünmüş olmalı ki, İngiliz-Amerikalı, evli ve zengin iş adamı Ernest Simpson ile “dost” oldu.
Bu “dostluğu” kaldıramayan eşi , kocasını boşayınca Wallis ile Ernest soluğu Evlendirme Dairesinde aldılar.
Bayan Wallis’in çok güzel bir kadın olduğu söylenemezdi. Ama ince bir bedeni ve kocaman, siyah gözleri vardı. Peki o zaman, erkekleri peşinden koşturan özellikleri, meziyetleri neydi?
İleride anlatacağım.
Yıl 1931. İngiliz tahtının Veliahtı, Galler Prensi Edward Kanada’dan dönmüş, babası kral 5.George’un “Aman, yeter ki önüne gelenin yatağında sabahlamasın” düşüncesi ile pek ses çıkarmadığı metresi, evli Vikontes Juliana ile birliktelik yaşıyor.
Kocasının “Vikont” unvanını yeterli görmüyor olmalı ki , İngiliz krallarının dul bayanlarla evlenmesine izin verilmediği geleneğine rağmen, ileride belki kraliçe olurum ümidiyle Edward’ı elinden kaçırmak istemiyor, kaçamaklar yapmasın diye iplerini sıkıca elinde tutuyor. Juliana’nın bu tutumunu , “Buna da razıyım” diyen Kral 5. George ehven i şer buluyor.
Edward ve Juliana, Vikontesin malikanesinde çılgın partiler düzenliyorlar. Bu partilerde, diğerlerinin yanısıra Edward’ın da çırılçıplak havuza girdiği, onu , birbirinden habersizce izleyen İngiliz ve Amerikan Gizli servis elemanlarınca tesbit ediliyor ama herhangi bir harekete girişilmiyor.
Derken İngiliz tarihinin gidişatını etkileyecek o olay meydana geliyor…………Juliana, bay ve bayan Simpson’u partilerden birine davet ediyor. Ediş, o ediş….Juliana ile Wallis sıkı arkadaş oluyorlar. Artık, Edward ile Juliana’nın düzenledikleri her etkinlikte varlar.
Bir gün Vikontes Juliana’nın, kocası Vikont ile bir görev seyahatine çıkması gerekiyor. (İngiltere'de asalet unvanına sahip bazı kişiler kimi zaman Saray tarafından ülkenin sömürgelerine, bağlı bölgelerine kısa süreli ziyarette bulunmak ve Tac’ı temsil etmekle vazifelendirilirler) Juliana hemen kankası Wallis ile görüşerek bir yaramazlık yapmasını engellemesi için Edward’ı ona emanet ediyor.
Ne kadar da safmış bu Juliana. Yahu “kurda kuzu emanet edilir mi hiç”.
Tahmin ettiğiniz gibi Edward ile Wallis “mercimeği fırına veriyorlar”.
Hem de ne mercimek, ne fırın….böylesine az rastlanır.
Simpson çifti o tarihlerde, benim evime yürüyerek 10-15 dakika mesafedeki Bryanston Court binasında, yaşıyorlar.
(Ara Not: Dikkatli okuyucuların gözünden “Bryanston” ismi kaçmamıştır mutlaka. Unutmuş olabileceklere Bryanston adının “Londra Sokaklarında Bir Sadrazam…(2.Bölüm)” başlıklı yazımda da geçtiğini hatırlatmak isterim).
(Bir Ara Not daha: Simpsonların yaşadığı 240 metrekarelik, üç oda,iki banyo, salon ve mutfaktan müteşekkil daire en son 2015 yılında 7.5 milyon sterline satılmış).
Edward bu daireye sık sık misafir geliyor. Bu misafirlikleri karşılığında Simpsonlara kira yardımı ve masraf paylaşımı adı adı altında yılda 350 bin sterlin katkıda bulunuyor. Scotland Yard sesini çıkarmıyor ama sonuçta iş şirazeden çıkınca Kral 5. George’a haber veriyor: Edward, Bayan Wallis Simpson’a toplam 7 milyon sterlin tutarında mücevher hediye etmiş.
Zavallı Kral kalp krizi geçirdi mi bilmiyorum.
“Ya Wallis’in kocası Ernest bu arada ne yapıyor?” diye soracak olursanız, “herhalde boynuzlarını parlatıyordur” demekle yetineceğim……Haa, bir de “Bu bayan Wallis’te öyle meziyetler olmalı ki zavallı kocası ondan bir türlü ayrılamıyor” diyeceğim.
Biri kocası, diğeri sevgilisi,iki erkek yetiyor mu Bayan Wallis Simpson’a?
Siz iki sayfa okudunuz diye “şalgamınan” tanıştığınızı mı sanıyorsunuz? Okuyun bakalım “şalgamın büyüğünün” daha ne marifetleri var.
Yıl 1935 olmuş. İngiliz Gizli Servisi Bayan Wallis ile meşhur yakışıklı playboy (yani zenpare) Trudle (ikinci ismini not alamamışım) ile,Londra’nın lüks semtlerinden biri olan Mayfair’deki bir otelde İlişki yaşadığını tesbit ediyor. Trudle’ın Wallis’e pahallı hediyeler aldığını da.
Vay canına, sayın okurlar…..ne kadınmış ,öyle değil mi?
Ama durun, daha yeni başlıyoruz.
Bu da yetmiyor “yetenekli Bayan Wallis Simpson’a”………..Sırada Almanya’nın Londra Büyükelçisi Kont Joachim von Ribbentrop var.
13 kez ilişkiye giiyorlar. Bunun anısına von Ribbentrop her yıl doğum gününde Wallis’e 13 gül gönderiyor.
İngiliz ve Amerikan Gizli servisleri fena halde “kıl” oluyorlar bu duruma. Ama ne yapabilirlerki , kadın Veliahtın korumasında, adam ise diplomatik korumada. Zinanın bu türlüsü de pek görülmemiştir, herhalde.
Üleeen, pek de güzel olmayan bu hanımda erkekleri cezbeden ne var, tanrı aşkına?
(Ara Not. Kont von Ribbentrop 1938-1945 yılları arasında Nazi Almanyasının Dışişleri Baklanlığını yaptı. 1946 yılında, Nürnberg Mahkemesinin kararı ile idam edildi).
Yetti mi ?
Yoooo.
Kadın, diplomatik şeyin zevkini aldı ya, nu kez de yatağında ABD’nin Paris Büyükelçisi William Bullet var (Büyükelçi Bullet’in de Nazi Almanyası eğilimli olduğu söylenir).
Yetti mi ?
Yooo.
Daha sırada Kuzey İrlanda’nın 1.Bakanı (vani Başbakanı), 7. Leinster Dükü, Veliaht Edward’ın yakın arkadaşı, evli barklı Edward Fitzgerald var.
Liste belki daha da uzayacakken kral 5. George 1936 yılının başında vefat ediyor.
Eee, no olmuş yani ?
Ne olacsk….Edward kral oluyor.
Wallis, kendisine “talih kuşu milli piyangodan büyük ikramiye çıktığını “ düşünüyor. Yani kraliçe olma rüyası gerçekleşeceğe benziyor.
Hemen “kullanım süresi dolan” kocasını boşuyor
Wallis’e körkütük aşık olan Kral 8. Edward, artık ayakta mı, yatakta mı,yoksa diz çökerek mi bilmiyorum, evlenme teklifi yapıyor.
Ama……
………..”Yok öyle 25 kuruşa simit”
Karşılarında İngiliz Hanedanının yüzlerce yıldır uyduğu , yazılı olmayan bir kuralı, bir geleneği var : Tahta oturanlar ve oturma sırasında yer alanlar dullarla evlenemezler.
Hem Hükumet bu evliliğe karşı çıkıyor, hem de İngiliz Kilisesinin başı “ben bu nikahı kıymam” diyor.
Hale bakar mısınız; adam kral olmuş ama istediği kadınla evlenemiyor.
Edward bir yandan “ bir güzel kız yüzünden çıldıracağım, oynatmaya az kaldı doktorum nerde?” şarkısını söylerken, diğer yandan da Hükümeti ve Kiliseyi tehdit ediyor : “Ben bu kadınla evlenmezsem tahtı terk ederim”. Cevap “Sen bilen” oluyor. Kimse 8.Edward’ın bir kadın uğruna koskoca İngiliz İmparatorluğunun tahtını bırakacağına inanmıyor.
Dul bayan Wallis de Edward’ın tahtı bırakmasına karşı çıkıyor. kral olamadıktan sonra Edward’ın faydası ne ?
Wallis bununla da yetinmiyor ve, eski kocası Ernest Simpson'a mektup yazıp “Seni seviyorum.Sana dönmek istiyorum” diyor.
Ardından, utanmazlığın son haddine ulaşıp mektuptan Edward’a da bahsediyor. Edward, kendisini bıraktığı takdirde intihar edceğini söyleyice Wallis Ernest’e dönmekten vazgeçiyor.
Ama…..büyük aşk böyle bir şey işte…..Kral 8.Edward, Wallis’e duyduğu derin sevgiyi herşeyden üstün görerek İngiliz tahtından feragat ediyor.
(Ara Not: 8. Edward’ın yerine, 1936 yılının sonunda, İngiliz tahtına, kardeşi 6.George geçecektir. Bildiğiniz üzere 6.George, bugünkü Kral 2.Charles’in dedesidir.)
(Bir Ara not daha: 6.George hakkında, baş rolünü Colin Firth’ın oynadığı “Zoraki Kral /The King’s Speech ” filmini hatırladınız mı? Görmeyenlere şiddetle tavsiye ederim).
Neticede Wallis ile Edward evleniyorlar.
Edward’a Windsor Dükü unvanı veriliyor. Kendisine, İngiliz Hanedanının kıdemli üyeleri için kullanılan “Your Royal Highness” şeklinde hitap ediliyor. Lakin, Wallis’e bu imtiyaz dahi çok görülüp sadece “ Your Highness / Zat-ı Alileri” hitap şekli yeterli görülüyor.
Edward buna çok bozuluyor ve kardeşi Kral 6. George'a mektup üzerine mektup gönderiyorsa da gelenekler kardeşlik bağlarından daha ağır basıyor.
Karı koca , Avrupa üzerinde savaş bulutları toplanmaya başladığı dönemde Paris’e. gidip yerleşiyorlar. Her ikisinin de Nazi Almanya’sına sempatileri olduğundan Berlin'e gidip Hitler ve Eva Braun ile buluşuyorlar Bu ziyaret Hitler (yani daha doğrusu Propaganda Bakanı Göbels) tarafından propaganda malzemesi olarak kullanılıyor. Hatta Hitler’in olası 2.Dünya Savaşında Ruslara karşı İngiltere’yi kendi tarafına çekmek, hatta hiç olmadı tarafsız kalmasını sağlayabilmek için Edward’ı kral yapma sözü verdiği söyleniyor.
Sadece İngilizleri değil Amerikalıları da bir telaştır alıyor.
Savaş patladığında Edward’ı İngiltere dışında tutabilmek için Fransa’daki İngiliz Askeri Misyonunun başına getiriyorlar.
Almanlar Paris’i işgal edip İngiliz Askeri Misyonu kapanınca Wallis ve Edward otomobille İspanya’ya, oradan Portekiz’e, ardından Mussolini’nin İtalya’sına gidiyorlar, sonra tekrar İberik Yarımadasına dönüyorlar.
Gittikleri her yerde Almanlarla temasları var. Rivayetlere göre Amerikan gizli servisi bu temasları yakından takip ediyor, hatta, tamamen Nazi Almanya’sı saflarına geçtiği takdirde Edward’ı ortadan kaldırmak için suikast planları dahi yapıyorlar, bir keskin nişancı ve bir tetikçi gönderiyorlar.
İngiliz Gizli Servisi de boş durmuyor, tabii ki. Almanlardan uzak tutabilmek amacıyla 8.Edward’ı eşiyle birlikte İngiltere’ye dönmesi için ikna etmeye çalışıyorlar. Hatta, her ihtimale karşılık “aşk kumrularını” zorla kaçırıp, tarafsız Portekiz üzerinden deniz yoluyla İngiltere’ye götürme hazırlıkları yapıyorlar.
8.Edward, karısı Wallis'in “Your Royal Highness” unvanı ile kabul edilmesi ve o şekilde hitab olunması karşılığında İngiltere’ye döneceğini söylüyor.
“Eyyyy, aşk, sen nelere kadirsin”.
“Eyyy, İngiliz gelenekleri, siz aşktan da üstünsünüz”.
Londra kabul etmiyor. Birbirinden habersiz olan,ABD ve İngiliz Gizli Servis ajanları nihayi planlarını uygulamaya koyabilmek için merkezlerinden yeşil ışık beklerken………….
……………Londra'dan 8.Edward’a bir öneri geliyor : “Majesteleri lütfedip Bahamalar’a Genel Vali olmayı kabul buyururlar mı mı?”
Bir nevi sürgün olduğunu bilmesine rağmen 8.Edward teklifi kabul ediyor. Karısı, küçük de olsa Bahama Adalarında kraliçe muamelesi görecek.
Gidiyorlar.
Savaş sonrasında Avrupa’ya dönüyorlar. 1950-1960 arasında Avrupa ile ABD arasında mekik dokuyorlar.
Amaa….
………..”Karamanın koyunu, bitmedi Bayan Wallis’in oyunu”
1950 yılında, “çok yetenekli Bayan Wallis “büyük aşk” görüntüsü sergilemekten bıkınca…..kendiinden 18 yaş küçük, 35 yaşında, sarı saçlı, mavi gözlü, homoseksüel (belki de biseksüel ), sosyete “playboy”u James Paul Donahue Jr. ile ilişki kırmaz mı? Hem de 4 yıl sürdüğü söylenen bir ilişki.
Buyurun buradan yakın.
Peki, kimdi bu hayatında hiç çalışmamış Bay James Paul Donahue Jr. Neden çalışsın ki, adam Woolworth’un varisi. Yetmemiş gibi Barbara Hutton’un da kuzeni.
Ne yani, Bayan Wallis sizi mi, beni mi seçecekti?
Wallis ve Edward daha sonra Paris’e yerleştiler. Edward, Windsor Dükü olduğu için arada sırada Londra’ya da gidiyorlar, hatta Kralyet ailesi ile de görüşüyorlardı.
(Ara not: 8.Edward’ın yerine geçen kardeşi Kral 6. Geoge 1952 yılında ölünce İngiliz tahtına kızı 2. Elisabeth geçmişti. Elisabeth amcsı Edwardı çok severdi).
8.Edward 1972 yılında,77 yaşında, Paris’te öldü. Cenazesi İngiltere’ye getirildi ve Kraliçe dahil bütün Kraliyet Ailesinin katıldığı törenle Hanedan ait Windsor Şapeline defnedildi..
Wallis, 1986 yılında, 89 yaşındayken Paris’te öldü. Cenazesi, İngiltere'ye getirildi, Kraliçe 2.Elisabeth dahil tüm Hanedan mensuplarının katıldığı törenle kocasının yanına gömüldü.
Yaşarken İngiliz Hanedanına kabul edilmemişti ama ölünce Hanedanın aile mezarlığına girebilmişti.
(Ara Not: Bundan iki hafta kadar önce İngiliz basınında,Bayan Simpson’un hayatının son seneleri ile ilgili olarak, Amerika’da, “Acı Yıllar / Bitter Years” isimli bir filmin çekimine başlandığı hakkında bir habere rastladım.
Filmde, Bayan Wallis rolünü……91 yaşındaki Joan Collins oynuyormuş….iyi mi?
…………………..
Bitirmeden önce gelelim “zurnanın zırt dediği yere”.
Benim de yazıda bir kaç kere sorduğum, eminim sizin de merak ettiğiniz bir husus var…………..
Edward ve Wallis’in bu kadar sevgiliyi peşlerinde koşturabilmiş olmalarının sebeb-i hikmeti, eshab ı mucibesi ne ola ki?
Nasıl tesbit ettiklerini bilmiyorum ama Scotland Yard’ın yıllarca gizli tutulan raporunda bunlar da var.
Edward’ın, erkeklerin çoğunu kıskandırabilecek ölçülerde bir anatomik özelliği yokmuş. Üstelik yatakta da pek başarılı değilmiş…….erken boşalır, partnerini tatmin edemezmiş.
(Ara Not: şu İngiliz servis elemanları yaman kişiler, vallahi. Bunu tesbit için hanım ajan mı yolladılar acaba?)
Peki o zaman kadınlar neden Edward’a bayılıyorlar? Acaba “güce hayranlık, makama tutkunluk” güdüsünden olabilir mi, dersiniz?
Gelelim Bayan Wallis'e. Pek güzel olmasa da kadının hangi özellikleri, meziyetleri erkekleri onun peşinden deli gibi koşturuyor, ayran budalası yapıyor?
Scotland Yard raporu, artık nasıl tesbit edildiyse, bu hanımın “Chicago Grip, Shanghai Squeeze, China Clinch” gibi maharetleri olduğunu söylüyor Şimdi bu “marifetlerin ne olduğunu bana sormayın,yazıp da başım derde girmesin. Açın gugıl’dan ,, mugıl’dan bakın, öğrenin işte…… Gazetenin de, benim de başımı belaya sokmayın.
“Love Story” yazısının ikici bölümü de çok uzun oldu ama, bu cümleyi okuduğunuza göre hiç sıkılmdınız, N’aber?
