Trump şunu dedi, Netanyahu söyle yaptı, al”an da kaçan mı” uyanık fırsatçı Rıza Pehlevi Jr. ne rüyalar görüyor,Hamaney nerede saklanıyor, Iran’da general kaldı mı, Kocasının yemin törenini moda defilesine çevirdikten beri ortalıkta görülmeyen First Lady nerede, Drone, İHA, SİHA, Demir Kubbe, Davud’un Sapanı, Balistik Füze, Süpersonik Füze, Nükleer Füze, Fettah Füzesi, Hürremşehr Füzesi, Siccil füzesi, Arrow 3, THAQD Sistemi, F 16, F 22, F 35, B2, B22, Sarı pasta, zenginleştirilmiş uranyum, NPT, petrol fiyatları, lazerle hedef işaretleme, casuslar, . Hürmüz Boğazı kapatılacak mı, ABD’nin bölgeye yolladığı 3. Uçak gemisi, Peskov ne demek istedi, Çin’den Tahran’a gelen 3 uçak ne getirdi…………….
………öfff be öfff.
Televizyonda İngiliz kanallarını izliyorum, Amerikan kanallarına bakıyorum, Russia Today’i, Al Jazeera’yi , Çin ve Japonya'nın İngilizce yayınlarını takip ediyorum…Tabii ki Türk kanallarını ihmal etmiyorum. Konu aynı ama her kafadan başka ses, farklı terane.
Hele hele, bizim yerli ve milli kanallarımızda, basınımızda maşallah her şeyi bilen, kerameti kendinden menkul, herbokolog uzmanı yorumculara, analistlere, müneccimlere, Nostradamus’u çatlatacak kehanetlerde bulunan felaket baykuşlarına, eli değnekli haritacılara bayılıyorum.
Öff be öff, yetti gari. Bu konuyu bir de ben yazarsam kabağın tadı benim yazımın yanında 3 yıldızlı Michelin’in imza tabağı gibi kalacak.
Yazmıcam , yazmıcam işte. Üstüme varmayın canım.
İçim sıkılıyor. Televizyonu kapatıyorum.
Londra’daki evimdeyim. Salonun pednceresinden dışarısını seyrediyorum.
Gökyüzü, adeti veçhile “Grinin 50 Tonu”. İstediği olmadığı için her an gözyaşlarını akıtacak küçük bir çocuğun ekşittiği yüzü gibi hava.
Eski Romalılar hala burada olsalardı “Strato cumulus Londoniun” derlerdi, herhalde. Attım tabii.
Eski Mısırlılar burada yaşasalardı güneş tanrısı Ra yerine yağmur ve fırtına tanrısı Set’e taparlardı, büyük ihtimalle.
Bizim büyük atalarımız yaşasaydı burada, yağmur tanrısı Boran Han’a çok iş düşerdi.
Yağmur bu ülkenin olmazsa olmazı. Geçenlerde Birleşlik Krallığın bilmem hangi bölgesinde 21 gün yağmur yağmadı diye panik başlamış, olağanüstü hal ilan edilmiş. Su kullanımına sınırlamalar getirilmiş. Televizyon haberlerinde bir çiftçi ile yapılan röportajı izledim. Adam ağlamaklı. Sulama asırlardır yağmur ile yapıldığından sulama sistemleri mevcut değilmiş. Yakındaki bir kanaldan kovalarla su taşıyormuş. Türk olmadığı için “taşıma suyla değirmen dönmez” lafını bilmiyor tabii. Bir diğer çiftçi de “yağmur dansı” yapmasına rağmen hala bir damla yağmur düşmemesinden yakındı. Bizde eline şemsiye alıp, hocanın peşine düşerek yağmur duasına çıkanları duymuştum ama “yağmur dansını” hiç işitmemiştim. Nasıl bir şey olduğunu görmek isterdim doğrusu.
Ben bunları düşünürken dışarlardan bir yerden Tom Jones’un sesi geldi kulağıma…..”Yağmurlu bir gündü, tıpkı her gün gibi” şarkısını söylüyordu….mu…..yoksa bana mı öyle geldi.
Hava raporunu izlemek için televizyonu tekrar açtım. Haberler bitmemişti, devam ediyordu. Başbakan Keir Starmer’in yerel seçimlerde uğradığı oy kaybından sonra seçmenlere yaptığı konuşma veriliyordu. Başbakan, “Beraber yürüdük biz bu yollarda, Beraber ıslandık yağan yağmurda” diyordu. Artık seçim sonuçlarıyla ne ilgisi varsa.
Televizyonu kapattım. Kitaplıktan rastgele bir CD çektim, çalmaya başladım. Zeki Müren’in duru sesi odayı kapladı… “Yağmur üstüme üstüme. Varsın yağsın küçük hanım. Ben yağmurdan, yaştan değil. Aşkından sırılsıklamım”. Vay be..”sırılsıklam aşık olmak” böyle bir şey olsa gerek.
Dememe kalmadı, yağmur damlaları pencereme vurmaya başladı. Sanırsınız AK-47 ile ateş ediyorlar.
Sanki geç kalmış da telafi etmek istercesine amansız biçimde düşüyordu koca koca damlalar. Pencereler saniyeler içinde buzlu camla kaplanmış gibi oldu. “Acaba Amazon’da, otomobil silecekleri gibi pencere camı silecekleri de var mıdır“ diye düşündüm.
Bir şey almak için yatak odasına geçtim. Dışarıdan bir müzik sesi geliyordu. Pencereden baktım. ceketli, kravatlı, şapkalı bir adam, sağanak altında olmasına rağmen şemsiyesini kapatmış, sokakta hem şarkı söylüyor, hem de dans ediyordu. “I’mm siiinging in the rain”, tap, tap da tap,tap. Bir ara elektrik direğine de çıkıp şarkısına devam etti, yerdeki su birikintilerinin içinde ayak sesleri yankılanıyordu, tap, tap da tap, tap…. Sırılsıklamdı ama o hala “I’mm siiinging in the rain” diyordu. Bu şarkıyı ve dansı 1950’lerin başında gerçekleştiren Gene Kelly miydi bu adam, yoksa ben halüsinasyonlar mı görmeye başlamıştım.
Gerçek dünyaya dönmem uzun sürmedi…gözlerimi camdan süzülen yağmur damlalarına taktım. yukarıdan aşağıya , yukarıdan aşağıya birbirini takiben hızla akıyordu damlalar. Formula 1 otoları gibi hızla, birbiri peşi sırsa..
Bizde yağmur yağmaz, yağmaz , sonra bir yağdı mı etrafı seller götürür, evleri sular basar.
Burada öyle olmuyor tabii.
Bizde bir yağmur yağar her taraf çamura batar.
Burada öyle olmuyor tabii.
Bizde bir yağmur yağar, mahsul mahvolur, fiyatlar artar.
Burada öyle olmuyor tabii.
Bizde bir yağmur yağar, dolmuş, taksi falan bulamazsın. bulduğuna da yağmur fiyat farkı (!) ödemek zorunda kalırısınız.
Burada öyle olmuyor tabii..
Bizde bir yağmur yağar, tedbirli bulunmadığından sırılsıklam olursunuz. Sanki düşen yağmur miktarını azaltacakmış gibi hafiften omuzlarınızı öne eğersiniz, elinizdeki gazeteyle, poşetle veya ne varsa kafanızı korumaya çalışırsınız.
Burada öyle olmuyor tabii………….
Sokakta değil de evdeyseniz pek keyiflidir camdan yağmuru seyretmek. Hatta çocukken söylediğin bir şarkı bile gelir hatırınıza:
“Yağmur yağıyor,
Seller akıyor,
Arap kızı camdan bakıyor”………”
Yahut,
“Yağ, yağ yağmur,
Tarlada çamur,
Teknede hamur,
Ver Allahım ver,
Bir hızlı yağmur”…
Bu kadar çok yağmur yağan İngiltere'de yağmurla ilgili çocuk şarkısı olmaz olur mu hiç. Alın bir tane:
“It’s raining,
It’s pouring,
The old man is snoring,
Went to bed, And bumped his head,
Couldn’t get up in the morning”
Ama bunu Jose Feliciano söylemiyor muydu?
Evet, bu, Jose’nin Rain/Yağmur isimli şarkısının bir bölümü. Hani şu:
“Listen to the pouring rain,
Listen to it pour.
And with every drop of rain
You know I love you more…” diye başlayan şarkısının.
Sonra MFÖ’nün bir parçası takılıyor dudaklarıma……”Bu sabah yağmur var İstanbulda” diye başlayan o güzel ve hüzünlü şarkısı..
Biraz değiştirerek mırıldanıyorum “Bu sabah yine yağmur var Londra’da…….”
Bu kasvetli hava beni bunaltıyor. Ülkü Tamer’in dediği gibi bir çığlık yükseliyor boğazımdan..….. “Güneş topla benim için” diyorum.
Lakin, duyan yok.
“Suyu Arayan Adam” Şevket Süreyya Aydemir misali ben de “Güneşi Arayan Adam” oluyorum. “Git” diyor yukarılardan bir yerden gelen ses. “Nereye” diye soruyorum. “Bodrum’a” cevabını veriyor.
Ne yapsam ?
Ben de Bodrum’a mı gitsem, acaba? Güneşi yakalamaya.
