Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
Köşe Yazarı
Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
 

Kestane Kebap

Paris’tesiniz. Amerikalıların “Çampelaysız ” dedikler Şanzelize (Champ Elysees) Bulvarında yürüyorsunuz. Etrafınızdan şık Franız  hanımlar, beyler geçiyor. Hanımlar boyunlarına taktıkları ipek eşarpları, üzerlerindeki son moda elbiseleri, yürürken arkalarında bıraktıkları parfüm kokuları, ince topuklu zarif iskarpinleri ile adeta “cat walk” yapıyorlar. Beyler ise Vouge, GQ mecmuamlarının sayfaları arasından fırlamış gibi “trendy” giysiler içindeler. Adeta defile izliyorsunuz. Görünümü tek bozanlar  şekilsiz kıyafetleri ile turistler. Gözünüzü bu şıklık çağlayanından zorlukla ayırıp yol boyunca uzanan mağazalara, bulvar kafelerine, restoranlara, sinemalara çeviriyorsunuz. Hepsi ışıklar içinde…sanki “buraya gel, bana gel” diye çağırıyorlar sizi. Bakışlarınızı biraz yukarı kaldırıp mağazaların üstündeki , Paris mimarisinin en güzel  örneklerinden olan zarif binaları bile göremiyorsunuz. Aslında görmediğiniz , göremediğiniz bir şey daha var Şanzelize Bulvarında…………. …………..Caddenin iki yanı boyunca uzanan at kestanesi ağaçları.…………….. “Kestane kebap. Yemesi Sevap”. Yok canım, bu yazının konusu ; kebabı olsun, haşlanmışı olsun, şekerlemesi /pastası olsun, hindi/pilav içi olsun damak çatlatan o nefis tada sahip “Kestane” değil. Tadı berbat, zehirli, sadece tıpta ve kozmetik sanayinde kullanılabilen “At Kestanesi”. …………….. İtalyan Medici ailesinin kızıydı Marie. Ailesinin asaleti  ve siyasi gücü dışında ahım şahım bir güzelliğe sahip değildi, ama akıllıydı. Fransa Kralı  4. Hanri’ye eş olarak yolladılar. Takvimler 16. Asırın son yıllarını gösteriyordu. Hanri bir suikast sonucunda hayatını kaybedince Fransa  Tahtı oğluna kaldı. Ama oğlan küçüktü. Marie de Medici Kral Naibi olarak tayin edildi ve devletin iplerini eline  aldı. Hem de öyle bir aldı ki oğlu büyüdüğünde de bırakmadı. (Ara Not: Hemen hemen aynı devirlerde  Osmanlı Hanedanında da Valide Sultanların Devlet  i Aliye’nin  iplerini ellerinde tuttukları bir dönem yaşanmıştır. Nurbanu Sultan, Safiye Sultan, Handan Sultan , Kösem Sultan, Turhan  Sultan sözkonusu  Sultanların başında gelir). Marie Paris’i  güzelleştirmeyi aklına koymuştu. Şehri ağaçlandırmakla işe başlamak istedi. Uzmanlara danıştı. Bu kişiler kendisine “At kestanesi ağacını” tavsiye ettiler Ağaç hem uzun ömürlüydü, hem şekil/görüntü olarak güzeldi ve bakım da istemezdi. Üstelik yıldırım çekmediğine inanılırdı. Peki nereden bulacaklardı bu ağaçları. Uzmanlar Istanbul’un bir at kestanesi ağacı deposu olduğunu  söylediler. Hemen Osmanlı Padişahına bir mektup yazdırdı. “Yazdırdı” diyorum zira kendisinin okuma-yazması yoktu. ……………………… Yıl  1615’ti.. Osmanlı  tahtında, rum asıllı Eleni’nin, yani, Handan Sultanın oğlu ve yine rum asıllı Anastasya’nın, yani, Kösem Sultanın kocası “Ahmed i evvel, yani, 1. Ahmet oturmaktaydı.   1.Ahmet  hemen hemen tüm Padişahlar gibi Sarayda çok iyi bir eğitim almıştı. Hocaları arasında günümüzde ismi yeniden gündem  olan İslam alimi Aziz  Mahmud Hüdai de bulunmaktaydı. Osmanlıca yanı sıra Arapça ve Farsça ile (muhtemelen annesinden  öğrendiği) Rumca da konuşurdu. İstanbul o tarihlerde bir “at kestanesi korusu ” gibiydi. Sadece at kestanesi mi, kent diğer ağaçlarıyla birlikte bir ormandı, orman. Öyle ki Evliya Çelebi bir yazısında, “bir sincap hiç yere basmadan  Pay i taht’ın bir  ucundan öbür ucuna ağaçtan ağaca atlayarak gidebilir” tasvirini kullanmıştı. (Ara not: Ya bugün? İstanbul için “beton  ormanı” demek daha mı doğru bir tanımlama olur acaba?  Diğer ağaçları bir yana bıraksak, Istanbul’da nerelerde  at kestanesi ağacı kaldı dersiniz? Benim bildiğim kadarıyla (henüz imarın girmediği) Gülhane Parkında hala epeyce var. Sultanahmet yöresinde, Beyazıt Meydanında ve Boğaz kıyısı boyunca  rastlanıyor. Karşı tarafta ise, benim çocukluğumda Fenerbahçe, Kalamış, Erenköy, Suadiye, Bostancı, Küçük Yalı gibi banliyölerdeki köşklerin bahçelerinde at kestanesi ağaçlarının olduğunu hatırlıyorum. Bugün o köşklerin yerini apartmanlar aldı. O binaların “imar kurbanı” olmayan minik bahçelerinde, ara sokaklarda hala kıyıma direnen at kestanesi ağaçları görüyorum. Haa, bir de benim okuduğum yıllarda büyük bir bahçeye sahip olan (o zamanki adıyla)  Kadıköy Maarif Koleji’nin  (bugün Anadolu lisesi  deniyormuş ismine) bahçesinde vardı at kestanesi ağaçları. Bugün ağaç mı kaldı, bahçe mi kaldı bilmiyorum). ………………… 1.Ahmet’in  ataları da Avrupa’ya bitki armağan etmişlerdi. Babasının dedesi (yahut dedesinin babası)  Kanuni Sultan Süleyman Hollanda'ya, bugün o ülkenin adeta sembolü haline gelen ve önemli ihracat geliri sağlayan lale soğanları göndermişti.. Babası 3. Murad da, Hollanda’yı kıskanan Avusturya’ya yine lale soğanları yollamıştı. 1.Ahmet tereddüt etmeden ferman buyurdu “ Tiz Frenk  gavuruna kestane ağacı fidanları sevk oluna”. Yüzlece fidan Paris’e yollandı. İşte Şanzelize’de, boynunda  ipek eşarbı, şık elbisesi, ince topuklu ayakkabıları ile, arkasında hoş bir parfüm kokusu bırakarak ilerleyen Catherine Deneuve’lere, podyumdan fırlamış  görünümdeki Alain Delon’lara , ışıklar içindeki mağazalara, kafelere, restoranlara hayran hayran, belki de biraz özlemle bakarken görmediğiniz, görmeyi ihmal ettiğiniz İstanbul şecereli “at kestanesi ağaçlarının ” hikayesi. …………………. Tüylü, dikenli sert bir kabuğun içinde bulunan meyvası ile yenilebilen kestaneye çok benzeyen bu akrabasına ne nedenle “at” kestanesi denilmiş acaba, hiç düşündünüz mü?  Bir anlatıma göre at kestaneleri atların nefesini açarmış da, işte o yüzden bu isim takılmış..Ayrıca yorgun düşen, hastalanan atlara yararlı geldiği düşünüldüğünden bu ad verilmiş. İngilizler de at kestanesine aynı adı vermişler: horse chesnut. Keza Almanlar da : Rosskastanie  (Ross=beygir) Ama Fransızlar her zaman olduğu gibi burada da  çıkıntılık yapmışlar; Marron d’İnde yani Hindistan kestanesi demeyi tercih etmişler.   İspanyollar ise ikili oynamışlar; hem Castanio de İndes diyorlar, hem de Castanio de caballo. İtalyancasını, Rusçasını, Atrapçasını falan bilmiyorum. ……………….. İstanbul’dan yola çıkan at kestanesi  ağacı  Paris’ten sonra,  güzelliğini keşfedden diğer Avrupa başkentlerine, Brüksel'e , Berlin’e,Viyana'ya ve tabii ki Londra’ya da geldi. (Ara not: BM standartlarına  göre en az beşte biri ağaçla kaplı olan alanlar,  orman statüsünde sayılıyor. Londra’nın yüzölçümü 1,700 kilometrekare civarında. Bu alanın içinde de yaklaşık 9 milyon ağaç var.. Demek ki Londra, BM standartlarına göre sadece bir şehir değil , aynı zamanda bir orman  veya “orman şehir”.   Kentin nüfusu 9 küsür milyon olduğuna göre kelle başına bir ağaç düşüyor Londra’da. (Benim payıma düşen ağacın nerede olduğunu tesbit  edebilsem gidip önce sarılacağım, sonra altında oturup , şu fani dünyada “bir dikili ağaca sahip olmanın” keyfini çıkaracağım ). İstanbul’un nüfusunun 15, 700, 000 olduğu açılaklandı geçenlerde.  Bu  rakama  misafirlikleri bir türlü bitmek bilmeyen kişiler dahil mi, veya ne kadarı dahil, bilmiyorum. Zamanında “Bir engine tüm Acem  mülkü feda” edilen bu şehirdeki ağaç sayısını da,yüzölçümünü de bilmiyorum. Bilenleriniz varsa hesaplasın bakalım,kaç kişiye kaç ağaç düşüyor ). Londra’da  o kadar çok, o kadar güzel, o kadar çeşitli ağaç var ki bunları bir kenara bırakıp illaki at kestanesi ağacı özlemim tutunca Hyde Park başta olmak üzere, parklarda, büyük caddelerde şöyle bir dolaşmam kafi geliyor da artıyor bile. Aslında o kadar uzağa  gitmeme de gerek yok. Oturduğum yerin hemen karşısındaki (bence Londra’nın en güzel parkı olan) Regent’s Parka ulaşmam için yolun karşı tarafına geçmem yetiyor. Eğer hava güzelse, asırlık bir at kestanesi ağacı bulup altındaki, kimsenin  sigara izmariti, pet şişe, plastik torba ve sair çöp atmadığı; kimsenin kimseye bakmadığı, karışmadığı, herkesin birbirine saygı gösterdiği; üzerine basmanın yasak olmadığı çimlere uzanmak, şehrin gürültüsünden uzak, temiz bir havayı ciğerlere doldurmak, bu güzellikleri ördeklerle, kazlarla, kuğularla, balıkçıllarla sincaplarla, kuşlarla , rengarenk  çiçekler arasında paylaşmak…… Vay be, adeta tek eksik, vaadedilen 72 bakire hurinin mevcudiyeti. İnsan yazmaya kendini kaptırınca bakınız at kestanesinden başlayıp nerelere gelebilyor. Hepinize güzel bir Pazar günü dilerim.        
Ekleme Tarihi: 23 February 2025 - Sunday

Kestane Kebap

Paris’tesiniz.

Amerikalıların “Çampelaysız ” dedikler Şanzelize (Champ Elysees) Bulvarında yürüyorsunuz.

Etrafınızdan şık Franız  hanımlar, beyler geçiyor. Hanımlar boyunlarına taktıkları ipek eşarpları, üzerlerindeki son moda elbiseleri, yürürken arkalarında bıraktıkları parfüm kokuları, ince topuklu zarif iskarpinleri ile adeta “cat walk” yapıyorlar. Beyler ise Vouge, GQ mecmuamlarının sayfaları arasından fırlamış gibi “trendy” giysiler içindeler. Adeta defile izliyorsunuz. Görünümü tek bozanlar  şekilsiz kıyafetleri ile turistler.
Gözünüzü bu şıklık çağlayanından zorlukla ayırıp yol boyunca uzanan mağazalara, bulvar kafelerine, restoranlara, sinemalara çeviriyorsunuz. Hepsi ışıklar içinde…sanki “buraya gel, bana gel” diye çağırıyorlar sizi.

Bakışlarınızı biraz yukarı kaldırıp mağazaların üstündeki , Paris mimarisinin en güzel  örneklerinden olan zarif binaları bile göremiyorsunuz.

Aslında görmediğiniz , göremediğiniz bir şey daha var Şanzelize Bulvarında………….

…………..Caddenin iki yanı boyunca uzanan at kestanesi ağaçları.……………..

“Kestane kebap. Yemesi Sevap”.

Yok canım, bu yazının konusu ; kebabı olsun, haşlanmışı olsun, şekerlemesi /pastası olsun, hindi/pilav içi olsun damak çatlatan o nefis tada sahip “Kestane” değil. Tadı berbat, zehirli, sadece tıpta ve kozmetik sanayinde kullanılabilen “At Kestanesi”.

……………..

İtalyan Medici ailesinin kızıydı Marie. Ailesinin asaleti  ve siyasi gücü dışında ahım şahım bir güzelliğe sahip değildi, ama akıllıydı.

Fransa Kralı  4. Hanri’ye eş olarak yolladılar. Takvimler 16. Asırın son yıllarını gösteriyordu.

Hanri bir suikast sonucunda hayatını kaybedince Fransa  Tahtı oğluna kaldı. Ama oğlan küçüktü. Marie de Medici Kral Naibi olarak tayin edildi ve devletin iplerini eline  aldı. Hem de öyle bir aldı ki oğlu büyüdüğünde de bırakmadı.

(Ara Not: Hemen hemen aynı devirlerde  Osmanlı Hanedanında da Valide Sultanların Devlet  i Aliye’nin  iplerini ellerinde tuttukları bir dönem yaşanmıştır. Nurbanu Sultan, Safiye Sultan, Handan Sultan , Kösem Sultan, Turhan  Sultan sözkonusu  Sultanların başında gelir).

Marie Paris’i  güzelleştirmeyi aklına koymuştu. Şehri ağaçlandırmakla işe başlamak istedi. Uzmanlara danıştı. Bu kişiler kendisine “At kestanesi ağacını” tavsiye ettiler Ağaç hem uzun ömürlüydü, hem şekil/görüntü olarak güzeldi ve bakım da istemezdi. Üstelik yıldırım çekmediğine inanılırdı.

Peki nereden bulacaklardı bu ağaçları. Uzmanlar Istanbul’un bir at kestanesi ağacı deposu olduğunu  söylediler.

Hemen Osmanlı Padişahına bir mektup yazdırdı. “Yazdırdı” diyorum zira kendisinin okuma-yazması yoktu.

………………………

Yıl  1615’ti..

Osmanlı  tahtında, rum asıllı Eleni’nin, yani, Handan Sultanın oğlu ve yine rum asıllı Anastasya’nın, yani, Kösem Sultanın kocası “Ahmed i evvel, yani, 1. Ahmet oturmaktaydı.

 

1.Ahmet  hemen hemen tüm Padişahlar gibi Sarayda çok iyi bir eğitim almıştı. Hocaları arasında günümüzde ismi yeniden gündem  olan İslam alimi Aziz  Mahmud Hüdai de bulunmaktaydı.

Osmanlıca yanı sıra Arapça ve Farsça ile (muhtemelen annesinden  öğrendiği) Rumca da konuşurdu.

İstanbul o tarihlerde bir “at kestanesi korusu ” gibiydi. Sadece at kestanesi mi, kent diğer ağaçlarıyla birlikte bir ormandı, orman.

Öyle ki Evliya Çelebi bir yazısında, “bir sincap hiç yere basmadan 

Pay i taht’ın bir  ucundan öbür ucuna ağaçtan ağaca atlayarak gidebilir” tasvirini kullanmıştı.

(Ara not: Ya bugün? İstanbul için “beton  ormanı” demek daha mı doğru bir tanımlama olur acaba? 

Diğer ağaçları bir yana bıraksak, Istanbul’da nerelerde  at kestanesi ağacı kaldı dersiniz?

Benim bildiğim kadarıyla (henüz imarın girmediği) Gülhane Parkında hala epeyce var. Sultanahmet yöresinde, Beyazıt Meydanında ve Boğaz kıyısı boyunca  rastlanıyor. Karşı tarafta ise, benim çocukluğumda Fenerbahçe, Kalamış, Erenköy, Suadiye, Bostancı, Küçük Yalı gibi banliyölerdeki köşklerin bahçelerinde at kestanesi ağaçlarının olduğunu hatırlıyorum. Bugün o köşklerin yerini apartmanlar aldı. O binaların “imar kurbanı” olmayan minik bahçelerinde, ara sokaklarda hala kıyıma direnen at kestanesi ağaçları görüyorum.

Haa, bir de benim okuduğum yıllarda büyük bir bahçeye sahip olan (o zamanki adıyla)  Kadıköy Maarif Koleji’nin  (bugün Anadolu lisesi  deniyormuş ismine) bahçesinde vardı at kestanesi ağaçları. Bugün ağaç mı kaldı, bahçe mi kaldı bilmiyorum).

…………………

1.Ahmet’in  ataları da Avrupa’ya bitki armağan etmişlerdi. Babasının dedesi (yahut dedesinin babası)  Kanuni Sultan Süleyman Hollanda'ya, bugün o ülkenin adeta sembolü haline gelen ve önemli ihracat geliri sağlayan lale soğanları göndermişti..

Babası 3. Murad da, Hollanda’yı kıskanan Avusturya’ya yine lale soğanları yollamıştı.

1.Ahmet tereddüt etmeden ferman buyurdu “ Tiz Frenk  gavuruna kestane ağacı fidanları sevk oluna”.

Yüzlece fidan Paris’e yollandı.

İşte Şanzelize’de, boynunda  ipek eşarbı, şık elbisesi, ince topuklu ayakkabıları ile, arkasında hoş bir parfüm kokusu bırakarak ilerleyen Catherine Deneuve’lere, podyumdan fırlamış  görünümdeki Alain Delon’lara , ışıklar içindeki mağazalara, kafelere, restoranlara hayran hayran, belki de biraz özlemle bakarken görmediğiniz, görmeyi ihmal ettiğiniz İstanbul şecereli “at kestanesi ağaçlarının ” hikayesi.

………………….

Tüylü, dikenli sert bir kabuğun içinde bulunan meyvası ile yenilebilen kestaneye çok benzeyen bu akrabasına ne nedenle “at” kestanesi denilmiş acaba, hiç düşündünüz mü? 

Bir anlatıma göre at kestaneleri atların nefesini açarmış da, işte o yüzden bu isim takılmış..Ayrıca yorgun düşen, hastalanan atlara yararlı geldiği düşünüldüğünden bu ad verilmiş.

İngilizler de at kestanesine aynı adı vermişler: horse chesnut. Keza Almanlar da : Rosskastanie  (Ross=beygir)

Ama Fransızlar her zaman olduğu gibi burada da  çıkıntılık yapmışlar; Marron d’İnde yani Hindistan kestanesi demeyi tercih etmişler.

 

İspanyollar ise ikili oynamışlar; hem Castanio de İndes diyorlar, hem de Castanio de caballo.

İtalyancasını, Rusçasını, Atrapçasını falan bilmiyorum.

………………..

İstanbul’dan yola çıkan at kestanesi  ağacı  Paris’ten sonra,  güzelliğini keşfedden diğer Avrupa başkentlerine, Brüksel'e , Berlin’e,Viyana'ya ve tabii ki Londra’ya da geldi.

(Ara not: BM standartlarına  göre en az beşte biri ağaçla kaplı olan alanlar,  orman statüsünde sayılıyor. Londra’nın yüzölçümü 1,700 kilometrekare civarında. Bu alanın içinde de yaklaşık 9 milyon ağaç var.. Demek ki Londra, BM standartlarına göre sadece bir şehir değil , aynı zamanda bir orman  veya “orman şehir”.   Kentin nüfusu 9 küsür milyon olduğuna göre kelle başına bir ağaç düşüyor Londra’da. (Benim payıma düşen ağacın nerede olduğunu tesbit  edebilsem gidip önce sarılacağım, sonra altında oturup , şu fani dünyada “bir dikili ağaca sahip olmanın” keyfini çıkaracağım ).

İstanbul’un nüfusunun 15, 700, 000 olduğu açılaklandı geçenlerde.  Bu  rakama  misafirlikleri bir türlü bitmek bilmeyen kişiler dahil mi, veya ne kadarı dahil, bilmiyorum. Zamanında “Bir engine tüm Acem  mülkü feda” edilen bu şehirdeki ağaç sayısını da,yüzölçümünü de bilmiyorum. Bilenleriniz varsa hesaplasın bakalım,kaç kişiye kaç ağaç düşüyor ).

Londra’da  o kadar çok, o kadar güzel, o kadar çeşitli ağaç var ki bunları bir kenara bırakıp illaki at kestanesi ağacı özlemim tutunca Hyde Park başta olmak üzere, parklarda, büyük caddelerde şöyle bir dolaşmam kafi geliyor da artıyor bile. Aslında o kadar uzağa  gitmeme de gerek yok. Oturduğum yerin hemen karşısındaki (bence Londra’nın en güzel parkı olan) Regent’s Parka ulaşmam için yolun karşı tarafına geçmem yetiyor.

Eğer hava güzelse, asırlık bir at kestanesi ağacı bulup altındaki, kimsenin  sigara izmariti, pet şişe, plastik torba ve sair çöp atmadığı; kimsenin kimseye bakmadığı, karışmadığı, herkesin birbirine saygı gösterdiği; üzerine basmanın yasak olmadığı çimlere uzanmak, şehrin gürültüsünden uzak, temiz bir havayı ciğerlere doldurmak, bu güzellikleri ördeklerle, kazlarla, kuğularla, balıkçıllarla sincaplarla, kuşlarla , rengarenk  çiçekler arasında paylaşmak……

Vay be, adeta tek eksik, vaadedilen 72 bakire hurinin mevcudiyeti.

İnsan yazmaya kendini kaptırınca bakınız at kestanesinden başlayıp nerelere gelebilyor.

Hepinize güzel bir Pazar günü dilerim.

 

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.