Başlarken………..
Eskiden , dini bayramlarda gazeteler yayınlarına ara verir, yerine , bayram günleri boyunca Gazeteciler Derneğinin hazırladığı Bayram Gazetesi yayınlanırdı.
Böylece, gece gündüz,hafta sonu bilmeden cefakaraca, vefakarca çalışan gazetecilerin bir kaç gün için dahi olsa nefes almaları sağlanır, ayrıca, elde edilen üç beş kuruş gelirle muhtaç durumdaki emekli, yaşlı, hasta gazetecilere veya ailelerine yardım etme imkanına kavuşulurdu.
Bu güzel uygulama maalesef artık yok.
Keşke devam ettirilebilseydi.
Yazılarımı yayınlayan on line Ulus Gazetesinin de bu Bayramda yayın hayatında kalacağını düşünüyorum. Bu nedenle, bugünden başlamak üzere 3 gün boyunca sizlere Bayram yazıları sunacağım, “çam sakızı, çoban armağanı” kabilinden.
Bakalım bayram tadınıza üç kuruş, peş paralık katkıda bulunmayı becerebilecek miyim ?
……………………….
(Bayramın Birinci Günü)
Hepinizin Şeker Bayramını sevgiyle, saygıyla kutluyorum.
(Dakka bir, Ara Sıcak bir: Eskiden komik bir laf vardı, bileceksiniz “Bayramınızı kutlar, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim. Ortancalara bir şey yok”.
Bu espirili bayram kutlamasının kime ait olduğu hakkında çeşitli sahiplenmeler var. Olmaz mı Canım, güzel mala sahip çıkan çok olur. Komedi dünyamızın bir çok “taçsız kralı”na atfedilmiştir bu söz…Nejat Uygur’dan Kemal Sunal’a kadar
Aslı falslı nedir bilmem ama ben ilk kez Muzaffer Hepgüler’den duymuştum, bu lafı. Hatırladınız mı sinema, tiyatro sanatçısı tuluatçı, komedyen Muzaffer Beyi; hani şu kendisini ”Ben Muzaffer Hepgüler’im, hep gülerim, hep gülerim” diye takdim eden
Rahmetliyi ?).
Ben; yaş, kuşak ayrımı yapmadan hepinizin Şeker Bayramını kutluyorum.
Yazının ilk cümlesi ile okuduğunuz son cümlede bir şey dikkatinizi çekti mi ?
Bravo, çok dikkatlisiniz, hemen tesbit ettiniz.
Her iki cümlede de “Ramazan” değil “Şeker Bayramı” ifadesini kullandım.
Çünkü, üç çeyrek asırı aşan hayatım boyunca Şeker Bayramına Ramazan Bayramı değil, Şeker Bayramı dedim, dedik, tüm vatandaşlarımız dediler.
Türkiye dışında yaşadığımdan muhtemelen tüm gelişmeleri izleyemiyorum. Herhalde bu yüzden Şeker Bayramını “ hangi arada, hangi derede” Ramazan Bayramına dönüştürdüğümüzü,
“Kırk yıllık Kani’yi, nasıl Yani” yaptığımızı kaçırmış olabilirim.
Sebebini de anlayamadım. Sebep “dini” desek olmuyor. Dünyanın hiçbir müslüman devletinde bu Bayrama Ramazan Bayramı denilmiyor.
Sebebini “ tarihe, gelenek- göreneklere dayasak” da maya tutmuyor. Zira, Türklerin müslüman olmasından bu yana , ne Beylikler Döneminde, ne Osmanlı İmparatorluğu zamanında, ne de Cumhuriyet tarihimizde hiç bir zaman bu Bayrama Ramazan Bayramı denilmemiş.
Yanılıyorsam, doğrusunu bilen bana da öğretsin..
Peki bu işin aslı faslı nedir, Biz neden hep Şeker Bayramı ifadesini kullanmışız ?
Bu bayramın Arapça (ve Farsça) ismi “İyd (eyd) el Fıtr”
İyd yahut Eyd Arapçada “Bayram” demektir. Fıtr ise “oruç açma” anlamına gelebileceği gibi, zengin müslümanların yoksullara vereceği “şükür sadakası” manasını taşır ( fitre kelimesinin kökeni de budur).
(Ara Sıcak: Kurban Bayramının arapçası “İyd (Eyd) al Ahda”dır.
İyd/Eyd’in “bayram “ anlamını taşıdığını biliyoruz. Ahda’nın karşılığı ise “kurban” kelimesidir. Yani Kurban Bayramının Arapça karşılığı da Kurban Bayramıdır).
İyi de “fıtr” yahut “şükür sadakası” bayramı nasıl oldu da “şekerlendi” ?
Bunun sorumlusu Arapçanın ve rahmetli anneannemin “eski Türkçe” dediği Osmanlıcanın yazım özelliği.
Daha önceki yazılarımda da bir çok kez belirttiğim gibi Arapça/Osmanlıcada kelimelerim içindeki sesli harfler yazılmaz. Eğitiminiz, kültürünüz yeterli ise içinde sesli harf bulunmadığından Polonya isimlerini andıran kelimeleri okuyup anlayabilirsiniz
(Ara Sıcak: Yukarıdaki son cümleyi ben yazdım ama ben bile ne demek istediğimi anlayamadım. Müsaadenizle bir örnekle izaha çalışlayım.
Bağdat Büyükelçiliğinde çalıştığım yıllar. Büyükelçiliğe yeni bir tercüman aldık. Adamcağız çok efendi, çok iyi niyetli ama “tecrübe dersinden ” sınıfta kalmış.
Görevi yerel gazeteleri Türkçeye çevirmek.
Bir sabah Arapçadan Türkçeye yaptığı çevirileri bana getirdi. Yerel gazetelerde manşet haber her zaman, demokrasiden nasibini almayan ülkelerde olduğu gibi,devletin başındaki kişi, yani Saddam Hüseyin ile ilgili. O haberleri atlıyoruz tabii. Asıl önemli olanlar, manşetten sonra gelenler.
Tercümeleri okurken başladım gülmeye. Çağırdım Tercümanımızı. Bir kelimeyi gösterip ne olduğunu sordum. Adamcağız “Pilinya hakkında “ cevabını verdi. Kelimenin gazetedeki aslını göstermesini ve hecelemesini istedim. Yaptı. “Şimdi” dedim “içinde sesli harf olmayan bu sözcükteki “i” harflari yerine “e” harflari olduğunu farzettsek ne olurdu ?. “Pelenya, Efendim”. “Güzeel, “a” harfleri koysak ne olurdu ? “Palanya, Efendim” . “Bravo, bir kez de “o” harfini kullanarak dene bakalım”. Biran durakladı sonra başını öne eğdi “Afedersiniz, Efendim” dedi.
Adamın, tecrübesizliği dışında bir kusuru yok. Tüm sorumluluk Arapça yazım özelliğinde.
Bilmem anlatabildim mi. Şimdi dönelim bizim “Şükür Bayramı”nın nasıl olup da “Şeker Bayramı”na dönüştüğüne)..
Arapça ve Osmanlıcada “şükür” kelimesi “Ş K R” şeklinde yazılıyor.
Sessiz harflerin arasını, olması gerektiği gibi “ü” harfi ile doldurursanız kastedilen kelime, yani bayramın olması gereken/asıl adı ortaya çıkıyor…….”Şükür”.
Ama,halk , sizin gibi bilgili değil, sessizlerin arasına “ü” değil, “e”harfini koyunca “Şükür Bayramı” oluyor “Şeker Bayramı”
Biz de bu bayramı asırlardır “Şeker Bayramı” adıyla kutluyoruz…Ramazan Bayramı adıyla değil..
Kim ne derse desin, sizler ne düşünürseniz düşününü ben bu bayramı hep “Şeker Bayramı” ismiyle kutlamayı sürdüreceğim.
Hepinizin Şeker Bayramını kutlar, büyüklerimin ellerinde, küçüklerimin gözlerinde…………ortancaların alınlarından öperim.