Prolog
Bu hafta sizlere Birleşik Krallık’taki ekonomik gelişmeleri, enflasyonun 2025 Ocak ayında bir önceki aya oranla %0.5 artarak %3’e çıkmasının, dar gelirliler, asgari ücretliler, emekliler, yaşlılık yardımı alanlar, velhasıl halkın üçte ikisini nasıl etkilediğini anlatmayı planlıyordum.
Ama vazgeçtim.
“Yahu, Cennetkuşu Ahmet, İngilizin derdi, seni mi gerdi” diye düşündüm ve V A Z G E Ç T İ M.
“Be Tanrının Cennetkuşu” dedim kendi kendime,“Güzel yurdumun, güzel insanları bu dertlerin kat be kat fazlasıyla uğraşırken yazılı,görüntülü,sesli medyada sabahtan akşama bu konularda ahkam kesenleri dinlerken ve de için için inlerken bir de sen çıkıp Pazar sabahı okurlarının içini karartmaya hakkın var mı?”
Vazgeçtim,yahu vazgeçtim.
Sizlere havadan sudan bir yazı hazırlayıp kısa bir süre için de olsa derin ve ciddi düşüncelerden uzaklaştırmaya karar verdim.
Hadi buyrun bakalım……..
Geçenlerde bir arkadaş grubu ile Londra’nın tarihi “pub” larından birine gittik. Amacımız içki içmek değil, tarihi atmosferi yaşamak ve sohbet etmekti.
Bardan biralarımızı aldıktan sonra taburelerimize tünedik ve bardaklarımızı tokuşturduk.
Bu alışılagelmiş seremoni sırasında ben “ASPAVA” dedim. Arkadaşlar da aynı kelime ile karşılık verdiler. Bir taraftan dudağımın üstünde beliren bira köpüğünden bıyığı elimin tersiyle silerken bu cevabın otomatik mi yoksa bilinçli olarak mı verildiğini sordum. Herkesin, 6 sözcüğün baş harflerinden oluşturulan bu uydurma kelimenin açılımını bildiğini anlayınca memnun oldum.
Sizler de mutlaka biliyorsunuzdur ama ben hafızanızı tazelemek amacıyla ASPAVA’nın ne olduğunu ve nasıl ortaya çıktığını bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
Giriş
İstiklal Caddesinden sağa saptı. Biraz yürüyüp Hasnun Galip Sokağına ulaştı. Saat gece yarısına yaklaşıyordu. İstanbul'un o pis yağmurlu gecelerinden biriydi. Şapkasını biraz daha öne doğru çekiştirdi, pardesüsünün yakalarını kaldırdı, su birikintilerine basmamaya çalışarak ilerledi. Etrafta kimsecikler yoktu. Sokak lambalarının solgun sarı ışıkları yerde küçük birer daireyi ancak aydınlatıyordu.
İlerde yanıp sönen floresan ışığına doğru yürüdü.
İnce floresanlarla”Oasi ar” yazan kapının önünde durdu. Aslında mekanın ismi “Oasis Bar” idi ama bir floresan sönüp diğeri de pır pır etmeye başlayınca ortaya ne olduğu belirsiz bir yazı çıkmıştı. Olsun varsın, buranın müdavimlerinin çok da entelektüel olduklarını söylemeye zaten kimse cesaret edemezdi.
Kapının önünde biraz durdu. Sol dirseği ile koltuk altındaki emektar kırkbeşliğini yokladı. Sonra derin bir nefes alıp kapıyı açtı ve içeriye girdi.
Barın içinde sigara dumanından göz gözü görmüyordu.
Gürültü ise desibel limitlerini çoktan aşmıştı. Masallardaki ölü gözü misali lambalar , müdavimlerin hemen hepsinin iri kıyım, kötü bakışlı, yüzleri yaralı bereli, Darwin’i haklı çıkaracak , Lombroso’yu kanıtlayacak kişiler olduğunu hayal meyal ortaya koyuyordu.
Konuşmalar , Sürmene bıçağı kullanılmış gibi bir anda kesildi. Herkesin gözü dışarıdan gelen adama dikiliverdi.
O ise duruma hiç aldırmadan bara doğru yürüdü. Çinko tezgaha dayandı. Şapkasını geriye doğru itti. At hırsızı kılıklı barmene tok bir sesle “votka” dedi, “sek olsun, duble olsun”.
Barmen, en son ne zaman yıkandığı meçhul bir bardağa koyduğu içkiyi uzattığında tezgaha bir miktar para bıraktı. İçki bardağını eline aldı. Yavaş yavaş yüzünü salona doğru çevirdi. Kendisini sessizce izleyenlere teker teker baktı..
Sonra kadehini yukarı doğru kaldırıp....
“ASPAVA” dedi..
……………………………………..
Mickey Spillane ve Mike Hammer
Bir çok romanı bulunan Amerikalı yazar Mickey Spillane , 1950’lerde yarattığı Mike Hammer karakteri ile şöhreti yakaladı. Mike Hammer New York’lu bir dedektif. Küçük bir bürosu var. Sekreteri Velda ile duygusal bağ içinde olmasına rağmen ilişki kurmaktan kaçınıyor. Buna mukabil önüne çıkan her hanımı yatağa atmadan bırakmıyor. Lakin bu hanımlar kötü adamların kullandığı kişilerden ise seviştikten sonra vurmaktan, hemde göbeğinden vurmaktan çekinmiyor. Silahı, koltuk altında taşıdığı ve “emektar” adını verdiği kırkbeşlik Colt tabancası (Not: bu silah 45 kalibre ve 11.43 mm.dir. 9 mm.lik silahlardan daha büyük ve etkilidir. Clint Eastwood’un “Dirty Harry” filminde kullandığı 44 kalibrelik Smith and Wesson 29 model tabancadan bile biraz daha büyüktür )Yumruğuyla çözemediği sorunlarda tabancasına davranmakta tereddüt etmez. Çoğu kez de suçluyu yakalayıp adalete teslim etmektense cezasını kendi vermeyi tercih eder.
Mike Hammer’in “külüstür” adını taktığı bir de arabası vardır. Bununla New York sokaklarında suçlu kovalar durur , müşterilerinin getirdiği davaları çözmeye çalışır.Şehirdeki tüm barları batakhaneleri bilir; barmenleri,, pezevenkleri, uyuşturucu satıcılarını tanır.
Romanların bir diğer karakteri de Mike Hammer’in arkadaşı olan New York Polisi dedektiflerinden Pat Chambers’dir.
Mickey Spillane 9-10 Mike Hammer romanı yazdı. Hepsini okudum tabii .“Öp Beni Öldüresiye”, “Derini Yüzeceğim”, “ Yılan”, “Benim Adım intikam”, “Kanun Benim” ,”Silahım Hızlıdır” ismi aklımda kalanlar. Spillane, 50’lerin sonlarına doğru Mike Hammer’den sıkıldı, başka romanlar yazmaya yöneldi . Çok başarılı da oldu. Yıllar sonra, sanırım 1989 veya 90 yılında, yeni bir Mike Hammer romanı daha yazdı. Ne var ki köprülerin altından çok sular geçmiş, okuyucuların tercihleri değişmişti, eski Mike, yeni ortamda tutulmadı. “Ölüm Taciri” isimli bu romanı da okudum. Ben beğendim ama yeni nesil beğenmedi.Mickey Spillane 2000’li. Yılların başlarında öldü. Mike Hammer ise klasik dedektifler arasında yer almayı sürdürüyor.
……………………………..
Yerli ve Milli Polisiye Yazarlarımız
Ulu Hakan, eşi bulunmaz Han, unutulmaz padişahımız 2.Abdülhamid sıkı bir polisiye roman tutkunuydu. Bu türdeki yabancı romanları sadece kendisi için tercüme ettirir, okurdu. Tutkulu bir Sherlock Holmes’çu olduğu ve tüm kitaplarını okuduğu söylenir.
Bazı çevreler, edebiyat tarihimizin önemli yazarlarından Ahmet Mithat Efendi’nin, sipariş üzerine, tarihimizde en çok toprak kaybeden Ulu Hakan Padişah Abdülhamid Han Efendimiz için bir cinayet romanı yazdığına işaretle, polisiye roman türünü ülkemizde ilk başlatan kişi olduğunu ileri sürerler.
Ben , Ahmet Mithat Efendinin hiç bir romanını okumadım. Bana göre ilk polisiye yazarımız Server Bedii’dir. “O da kim yahu ?” diye soranınız olacaksa Server Bedii’nin, Peyami Safa'nın polisiye romanları yazarken kullandığı takma isim olduğunu söyleyeceğim. Bedii/Safa 1920’lerde bir çok “Cingöz Recai” kitabı yazmış. Ben bir kaçını okumuştum. Hatta Ayhan Işık’ın “Cingöz Recai”yi canlandırdığı bir filmi de gördüğümü hatırlıyorum.
Aslında Peyami Safa “Cingöz Recai” karakterini yaratırken epey “cingözlük” yapmıştı. Zira, “Cingöz Peyami”nin yazdığı “Cingöz Recai” aslında Arsen Lüpen Karakterinin yerli ve milli versiyonuydu.
Ucuz olduğu ve geniş tabakalara yayılıp çok satıldığı için yazarına bol para kazandıran polisiye romanlarını yurdumuzda hemen hemen aklınıza gelen her yazarımız en az bir kere denemiştir. Halide Edip, (Esed değil) Esad Mahmud, Cevad Fehmi, Necip Fazıl, Hikmet Feridun Es, Kemal Tahir, Va-Nü (Vala Nureddin ve yarattığı Yılmaz Ali karakteri), hatta Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Çetin Altan....ve daha niceleri.
1950’lerde Amerika’yı saran Mickey Spillane/Mike Hammer fırtınası, Avrupa üzerinden bize de ulaştı. Önce romanlar tercüme edildi. Kemal Tahir, ilk dört kitabı Türkçeye çevirdi. Sonra baktı ki tutuluyor, birkaç Mayk Hamer romanı da kendisi yazıverdi. Ardından başka uyanık yazarlar da çakma Mayk Hamer romanları yazdılar. Ancak en başarılısı Ümit Deniz oldu. Bir ara Oğuz Aral da Mayk Hammer’i Hayk mamer’e dönüştürerek çizgi romanını yaptı
…………………………...
Ümit Deniz
Onu,1970’lerde sosyete mecmualarında çıkan, iri yarı , top sakallı, her zaman kravatlı, ceket yakasında mutlaka bir çiçek bulunan fotoğraflarından hatırlayacaksınız.
1950’lerin başlarında gazetecilik yapıyordu. Polis muhabiri ydi. İşi gereği İstanbul’un belli başlı batakhanelerine, bitirimhanelerine girer çıkar, “baba”ları tanır, Beyoğlu’nun tüm bar ve meyhanelerini, randevu evlerini avucunun içi gibi bilirdi.Polisle yakın işbirliği içindeydi, hatta MİT ile de ilişkisi olduğu söylenirdi.
Gazetecilikten kazandığı para yetmeyince, iyi bildiği ingilizcesinden yararlanarak tercüme yapmaya başladı. Kemal Tahir’in Mike Hammer çevirilerinden kazandığı paraları görünce Mickey Spillane’nin tercüme edilmemiş 5-6 kitabını da o çeviriverdi.
Tatlı işti bu iş, ama tercüme edilecek başka Mike Hammer romanı kalmamıştı. Ossun varsın, Uyanık adamlar için çareler tükenmez di. Remington daktilosunun başına oturup Mike Hammer romanlarını kendisi yazmaya başladı. Öyle böyle değil yüzün üstünde çakma Mayk romanı yazdı. Orijinal kitabı, Türk zevkine göre hafiften değiştirmişti. Mesela, bizde sarışınlar makbul olduğundan, siyah saçlı Velda’yı sarı saçlı yapıverdi. Romanları daha baharatlı sevişme sahneleri ile doldurdu. Mayk’ın dövdüklerini de, sevdiklerini de, öldürdüklerini de artırdı.
Bunları nasıl yazdığını soranlara, önüne aldığı bir New York şehir haritasına bakıp Mayk’ı oradan oraya götürdüğünü anlatıyordu.Aslında New York’a hiç gitmediği için bir çok yanlışlar yapıyor, Mayk’ın “külüstürünü” tek yönlü yollara ters istikametten sokabiliyor, en kötü batakhaneleri en zengin, düzgün semtlere yerleştiriyor, olmayacak caddelere barlar, dükkanlar konduruyordu. Ne gam, okuyanlar arasında neyin ne olduğunu bilen zaten yoktu ki.
Ümit Deniz, her güzel rüya gibi çakma Mike Hammer’in de sade suya kabak kalyesi tadı vermeye başladığını görünce, bilmediği, tanımadığı New York sokaklarında koşturup duran bir Amerikan dedektifi yerine ezbere bildiği, karanlık Beyoğlu sokaklarında, Tarlabaşın’da, Cihangir ‘de, hatta İstanbul sosyetesinin mekanlarında suçlu kovalayan yerli ve milli bir dedektif yaratmaya karar verdi.
ASPAVA
Bir zahmet, bu yazı dizisinin en başına dönün lütfen. Bu, Ümit Deniz’in yeni yarattığı gazeteci/dedektif Murat Davman romanından bir bölüm değil. Ben uydurdum. Ama Ümit Deniz’in Murat Davman’ını biraz olsun anlatıyor sizlere.
Ümit Deniz, az buçuk kendi hayatından koyarak, biraz da Mike Hammer’den araklayarak yaratmış Murat Davman karakterini. Gözü pek, bileği kuvvetli, attığını vuran, ne kadar içse ayakta kalan,tüm kadınları mest eden, yumruklarıyla dövüşen, dudaklarıyla sevişen, karanlık sokakların ve puslu gecelerin kurdu, güçsüzlerin, masumların şefkat yurdu, polisle arası iyi, hatta gizli servisle bike ilişkili araştırmacı gazeteci özel dedektif Murat Davman..
Sen neymişsin be abi.
Murat Davman’ın, bir çok kebapçının bilmeyerek mekanına adını koyduğu bir de sözcüğü vardı :
ASPAVA.
Çoğunuz bu kelimenin ne olduğunu bilir. Bilmeyeniniz olabilceği ihtimaline karşılık ben söyleyeyim.
ASPAVA ; A llah, S ıhhat, P ara, A şk, V ersin, A min kelimelerinin baş harflerinden oluşturulmuş uydurma bir sözcüktür. Hayali gazeteci dedektif Murat Davman ’ın lafıdır ama çok benimsenmiş gündelik konuşmalara girmiştir.
Tabii, her tutan roman için yapıldığı gibi, Murat Davman’ın da filimleri yapıldı. Müşfik Kenter’i , Cüneyt Arkın’ı Murat Davman rolünde izledik. Lakin bence en iyi Murat Davman ’ı Orhan Günşiray canlandırmıştı.
Murat Davman yazarına çok paralar kazandırdı, ününe ün kattı. Bizde öyle “Sir” ünvanı falan verilmiyor ama bir yazar için çok onurlandırıcı bir şeye yol açtı ; Ümit Deniz’in adı Levent’te bir sokağa verildi.
……………………….
Epilog
Mutlaka siz de rastlamışsınızdır, güzel ülkemin bir çok şehrinde “Aspava” adını taşıyan kebapçılar var.
Ben şimdiye kadar hangisine gittiysem servis yapan garsonuna, ocak başındaki kebap ustasına, kasada oturan patrona mekanlarının ismi olan “Aspava”nın anlamını sordumsa da Tanrı rızası için hiç birinden doğru dürüst bir cevap alamadım. Bizde çoğu insan kendi isminin anlamını bilmediği gibi, hiç bir kebapçı da dükkanının adının manasını bilmiyor. Bilen varsa da ben şimdiye kadar rastlamadım.
Sizler rastladınız mı hiç ?
Hadi öğlen olmak üzere, toparlanın, beraber olduklarınızı alıp bu güzel Pazar günü öğle yemeği için bir “Aspavacı”ya gidin. Dönerleri, kebapları. lahmacunları, pideleri afiyetle gövdeye indirirken elinizdeki ayran bardağını Batı istikametine, bana doğru kaldırıp “ASPAVA” deyin. Ben de buralardan sizlere “Allah, Sağlık,
Para, Aşk (Sevgi) Versin, Amin”diye dua edeyim.