Arzu Kök - Şair ve Yazar
Köşe Yazarı
Arzu Kök - Şair ve Yazar
 

Masallar Masum mu? -3-

Sindrella Kompleksi Tseelon, Sindrella Kompleksini şu şekilde açıklar, ‘Yalnız olmaktan nefret ediyorum. Keseli hayvanlar gibi bir başkasının derisinin altında yaşamak isterdim. Emniyette olmayı, bakılıp gözetiliyor olmayı havadan, hatta yaşamdan daha çok isterdim.’ Sindrella Kompleksi, kadınların kendilerini güvende hissetme isteğidir. Bu kadın için bir psikolojik ihtiyaç haline gelmiştir. Kadınlar içinde yaşadıkları toplum deneyimleriyle Sindrella Komplesi’ne yani bağımsızlık korkusuna yakalanırlar ve bunu kendi aralarında “Biz kırılgan ve korunmasızız ve birisi tarafından gözlenmeye, korunmaya ihtiyaç duyarız” gibi söylemleri kullanarak bağımsızlık korkularını pekiştirirler. Bir başka deyişle kadının kendi çocukluk deneyiminden gelen bu korku kendi çocuğuna aktarılır. Özellikle toplum tarafından duygusal olma bilinciyle yetiştirilen kadınlar çocukluk dönemlerinde anne ya da baba tarafından sevgisiz kalırlarsa hayatları boyunca bu eksik kalan sevgiyi tamamlamak için erkek arkadaşlarında ya da eşlerinde bu sevgiyi ararlar. Sindrella ve Pamuk Prenses de üvey anneleri tarafından büyütülen ve sevgisiz kalan kadınlardır dolayısıyla kendilerine gelen ilk prens onların hayalindeki kurtarıcıdır ve eksik kalan sevgi erkeğin koruması altına girilerek tamamlanmaya çalışılır.  Dowling’e göre, ‘Çocuklukta doyumsuz kalan sevgi ihtiyacı, kendini bir başkasına bırakmaya yönelik pasif, ama potansiyel açıdan yıkıcı bir arzuya yol açabilir’. Bağımsız olmak isteyen kadına toplum destek verip ona övgüler yağdırırken, bağımsız olan kadın özgürleştikçe aynı toplum tarafından dışlanır. Halkın kendi içindeki bu çatışma tabandan gelen toplumun normları ve temele oturmayan modern toplumun uyumsuzluğundan kaynaklanır. Bağımsız olmaya çalışan kadın yetiştiği kültürle uyumlu olmaya çalışırken bir yandan da kendi ayakları üzerinde durmaya çalışır. Bu durumda bazı aksaklıkların çıkması da normaldir.  Ayrıca doğduğundan beri kadınlık tanımına yüklenen bağımlılık olgusu kadınlığa o kadar yapışmıştır ki, kadın içselleştirdiği söylemlerde bağımsızlaştıkça sevimsizleştiğini belki de erkeksileştiğini düşünmektedir. Hatta bağımsız kadın, toplumun kodlarıyla yetişen erkek tarafından da sevimsiz olarak nitelendirilir. Simone de Beuvior’e göre, ‘Kadın-erkek ilişkileri keman piyano sonatına benzer mutlu olmak için kadın nerede öne çıkacağını nerede arka planda kalacağını çok iyi bilmelidir’. Erkeğin bu tavrı zaten var olan toplum içerisinde ne yapması gerektiğini bilemeyen kadını daha büyük bir ikilem içerisinde bırakır. Beauvoir’e göre, ‘Kadın hangi yolu izleyeceğini bilemez, kadın kaybolmuştur.’ Dolayısıyla bağımsız kadın erkeğin otoritesinden çıktıkça kendi düşünceleri ve toplumun kodlanan düşünceleri çakışır ve bu bir kısır döngüye sebep olur. Kadın zincirlerini kırarak kendi ayakları üzerinde durmaya çalıştığı anlarda sorunlardan uzaksa onu tedirginliğe sürükleyen bir his yoktur ancak, en ufak bir yalnızlık hissinde kendini çaresiz zanneder ve ona bütün yaşamı boyunca öğretileni hatırlar, bağımlı olmalıdır. Duygusallık imgesi Toplumdaki bazı basmakalıp düşünce biçimleri kadının “narin bir doğaya” sahip olduğunu ve bu yüzden duygusal bir yapısı olduğunu ileri sürer. Bu görüşe göre duygusallık doğuştan gelen bir özelliktir. Bunun gibi söylemler insan olmayı iki çeşide indirger; kadınlık ve erkeklik. Toplumun kodlarına göre eğer kadınsan duygularınla hareket edersin, erkeksen mantığınla… Ancak toplumdaki baskın düşüncelerin aksine kadınlık ve erkeklik modellerinden taşan, başka kişilik özelliklerine sahip kişilikleri de görüyoruz. Bu da kadın erkek rollerinin doğuştan gelmediğini sonradan öğrenildiğini açıklamaktadır. Ana akım masalların aksine alternatif masalların varlığı bile bu rollerin toplumsal olarak kodlandığının göstergesidir. Masallarda erkeğin mantıklılığı vurgulanılırken, kadınlar hep pembe düşler kurarlar ve hayalperest olmakla özdeştirilirler. Erkekler kral olup ülkenin önemli işleriyle uğraşırken, kadınlar evlerinde bütün anaçlıklarıyla çocuklarına bakarlar. Pamuk Prenses masalında şatonun penceresinden dışarıya bakan kraliçe nakışı elinde tatlı hayallere dalar. Pempe pembe düşler kuran kraliçenin eline birden iğne batar ve elindeki işlemeye kıpkırmızı bir kan damlar. Fakat eline iğne battığında kraliçenin canı yanacağına, damlayan kana bakar ve iç çekerek “Ah keşke benim de böyle kan gibi kırmızı dudaklı, kar gibi beyaz tenli sapsarı saçlı bir kızım olsa” diye bir istekte bulunur. Burada, kadın için anne olmanın, kendi canından bile daha önemli olduğu sembolik bir şekilde vurgulanmıştır. Kadın duygusaldır, çocuksudur, hemen ve her an ağlayabilir, merhametlidir, anaçtır, sevecendir. Bu özelliklerin hepsi de masallarla pekiştirilmiştir. Erkeğin mantıklılığı yerine kadının duygusallığı toplum tarafından o kadar içselleştirilmiştir ki aşk kitaplarının hedef kitlesi olarak bile kadınlar görülür. Toplumun gözünde aşk kitapları okumak düşünme yeteneği istemez ve herkes kolayca okuyabilir. Dolayısıyla hedef kitle, mantıklı karar alabilen, düşünce analiz yetisine sahip erkek söz konusu bile olamaz. Sonuç Sonuç olarak, masallarda toplumsal cinsiyet rollerinin, özellikle de kadın kimliğinin ataerkil toplum içerisinde nasıl yeniden üretildiğini gördük burada. Genel olarak masalların baskın olarak vurguladıkları, kadının güzel olma zorunluluğu, kadın korkusunun pekiştirilmesi, kadının bağımsızlık korkusu, evcil ve itaat eden kadın modelleridir. Tüm bunlar ise ataerkil toplumun egemen dili ve düşünceleriyle hikayeleştirilmiştir. Masal, toplumsal bilincin yansımasıdır. Kural ve değerleri prensesler ve prensler, periler, kahramanlar, aracılığıyla gelecek nesile aktarmaktadırlar. Dolayısıyla toplum tarafından masum olarak nitelendirilen masallar tam tersine, çocukların yetişkin yaşamındaki karakterinin oluşmasına zemin hazırlar. Masallar, toplumsal kodları çocukların hayal gücüne ulaşarak onların bilinçaltlarına enjekte eder. Yetişkin karakterlerin bulunduğu masallar çocuklara olgunlaştıklarında toplumsal cinsiyet dağılımının ne şekilde olacağını öğretir. Masalların tasarımı toplum kültürünün yeniden oluşumunu, erkeğin bağımsız, mantıklı, otorite sahibi, özgür rolleriyle işlerken, kadınınkini ise bağımlı, erkeğine, çocuğuna bakan, duygusal ve evcil rolleriyle işler. Kısacası kadınlık imgesi çocukluk yıllarında masallarla kadınların hafızalarına yerleştirilir ve öyle devam eder. Kadın o imgeler kolay kolay yıkamaz ve kendini gücün tek simgesi olarak gören erkekler tarafından hor görülmeye hatta tecavüze, öldürülmeye mahkûm hale gelir. Bu konu daha kapsamlı incelenmeli ve belki de artık masallardaki kodlar değiştirilmelidir. Bu dizide ben sadece kadınlar açısından incelemeye çalıştım. Ancak bunların dışında çocuklara verilen o kadar çok yanlış mesajlar var ki anlatmakla bitmez. Neden buna ihtiyaç duyuldu derseniz, söyleyelim: Çünkü gelecekte aynı kalıptan çıkmış gibi bireyler istiyorlar. Kapitalizmin çarkına su taşıyan bireyler istiyorlar. Her şeye itaat eden, düşünmeyen bireyler istiyorlar… Daha sayayım mı? Bence gerek yok. Sevgili ebeveynler, gördüğünüz gibi masallar masum değil. Çocuklarınızı eğitirken seçeceğiniz masalların da doğru seçilmesi önemlidir. Zira çok şey kaybettik, kaybedeceğiz…
Ekleme Tarihi: 18 Eylül 2024 - Çarşamba

Masallar Masum mu? -3-

Sindrella Kompleksi

Tseelon, Sindrella Kompleksini şu şekilde açıklar, ‘Yalnız olmaktan nefret ediyorum. Keseli hayvanlar gibi bir başkasının derisinin altında yaşamak isterdim. Emniyette olmayı, bakılıp gözetiliyor olmayı havadan, hatta yaşamdan daha çok isterdim.’ Sindrella Kompleksi, kadınların kendilerini güvende hissetme isteğidir. Bu kadın için bir psikolojik ihtiyaç haline gelmiştir. Kadınlar içinde yaşadıkları toplum deneyimleriyle Sindrella Komplesi’ne yani bağımsızlık korkusuna yakalanırlar ve bunu kendi aralarında “Biz kırılgan ve korunmasızız ve birisi tarafından gözlenmeye, korunmaya ihtiyaç duyarız” gibi söylemleri kullanarak bağımsızlık korkularını pekiştirirler. Bir başka deyişle kadının kendi çocukluk deneyiminden gelen bu korku kendi çocuğuna aktarılır. Özellikle toplum tarafından duygusal olma bilinciyle yetiştirilen kadınlar çocukluk dönemlerinde anne ya da baba tarafından sevgisiz kalırlarsa hayatları boyunca bu eksik kalan sevgiyi tamamlamak için erkek arkadaşlarında ya da eşlerinde bu sevgiyi ararlar. Sindrella ve Pamuk Prenses de üvey anneleri tarafından büyütülen ve sevgisiz kalan kadınlardır dolayısıyla kendilerine gelen ilk prens onların hayalindeki kurtarıcıdır ve eksik kalan sevgi erkeğin koruması altına girilerek tamamlanmaya çalışılır.  Dowling’e göre, ‘Çocuklukta doyumsuz kalan sevgi ihtiyacı, kendini bir başkasına bırakmaya yönelik pasif, ama potansiyel açıdan yıkıcı bir arzuya yol açabilir’.

Bağımsız olmak isteyen kadına toplum destek verip ona övgüler yağdırırken, bağımsız olan kadın özgürleştikçe aynı toplum tarafından dışlanır. Halkın kendi içindeki bu çatışma tabandan gelen toplumun normları ve temele oturmayan modern toplumun uyumsuzluğundan kaynaklanır. Bağımsız olmaya çalışan kadın yetiştiği kültürle uyumlu olmaya çalışırken bir yandan da kendi ayakları üzerinde durmaya çalışır. Bu durumda bazı aksaklıkların çıkması da normaldir.  Ayrıca doğduğundan beri kadınlık tanımına yüklenen bağımlılık olgusu kadınlığa o kadar yapışmıştır ki, kadın içselleştirdiği söylemlerde bağımsızlaştıkça sevimsizleştiğini belki de erkeksileştiğini düşünmektedir. Hatta bağımsız kadın, toplumun kodlarıyla yetişen erkek tarafından da sevimsiz olarak nitelendirilir. Simone de Beuvior’e göre, ‘Kadın-erkek ilişkileri keman piyano sonatına benzer mutlu olmak için kadın nerede öne çıkacağını nerede arka planda kalacağını çok iyi bilmelidir’. Erkeğin bu tavrı zaten var olan toplum içerisinde ne yapması gerektiğini bilemeyen kadını daha büyük bir ikilem içerisinde bırakır. Beauvoir’e göre, ‘Kadın hangi yolu izleyeceğini bilemez, kadın kaybolmuştur.’ Dolayısıyla bağımsız kadın erkeğin otoritesinden çıktıkça kendi düşünceleri ve toplumun kodlanan düşünceleri çakışır ve bu bir kısır döngüye sebep olur. Kadın zincirlerini kırarak kendi ayakları üzerinde durmaya çalıştığı anlarda sorunlardan uzaksa onu tedirginliğe sürükleyen bir his yoktur ancak, en ufak bir yalnızlık hissinde kendini çaresiz zanneder ve ona bütün yaşamı boyunca öğretileni hatırlar, bağımlı olmalıdır.

Duygusallık imgesi

Toplumdaki bazı basmakalıp düşünce biçimleri kadının “narin bir doğaya” sahip olduğunu ve bu yüzden duygusal bir yapısı olduğunu ileri sürer. Bu görüşe göre duygusallık doğuştan gelen bir özelliktir. Bunun gibi söylemler insan olmayı iki çeşide indirger; kadınlık ve erkeklik. Toplumun kodlarına göre eğer kadınsan duygularınla hareket edersin, erkeksen mantığınla… Ancak toplumdaki baskın düşüncelerin aksine kadınlık ve erkeklik modellerinden taşan, başka kişilik özelliklerine sahip kişilikleri de görüyoruz. Bu da kadın erkek rollerinin doğuştan gelmediğini sonradan öğrenildiğini açıklamaktadır. Ana akım masalların aksine alternatif masalların varlığı bile bu rollerin toplumsal olarak kodlandığının göstergesidir.

Masallarda erkeğin mantıklılığı vurgulanılırken, kadınlar hep pembe düşler kurarlar ve hayalperest olmakla özdeştirilirler. Erkekler kral olup ülkenin önemli işleriyle uğraşırken, kadınlar evlerinde bütün anaçlıklarıyla çocuklarına bakarlar. Pamuk Prenses masalında şatonun penceresinden dışarıya bakan kraliçe nakışı elinde tatlı hayallere dalar. Pempe pembe düşler kuran kraliçenin eline birden iğne batar ve elindeki işlemeye kıpkırmızı bir kan damlar. Fakat eline iğne battığında kraliçenin canı yanacağına, damlayan kana bakar ve iç çekerek “Ah keşke benim de böyle kan gibi kırmızı dudaklı, kar gibi beyaz tenli sapsarı saçlı bir kızım olsa” diye bir istekte bulunur. Burada, kadın için anne olmanın, kendi canından bile daha önemli olduğu sembolik bir şekilde vurgulanmıştır.

Kadın duygusaldır, çocuksudur, hemen ve her an ağlayabilir, merhametlidir, anaçtır, sevecendir. Bu özelliklerin hepsi de masallarla pekiştirilmiştir. Erkeğin mantıklılığı yerine kadının duygusallığı toplum tarafından o kadar içselleştirilmiştir ki aşk kitaplarının hedef kitlesi olarak bile kadınlar görülür. Toplumun gözünde aşk kitapları okumak düşünme yeteneği istemez ve herkes kolayca okuyabilir. Dolayısıyla hedef kitle, mantıklı karar alabilen, düşünce analiz yetisine sahip erkek söz konusu bile olamaz.

Sonuç

Sonuç olarak, masallarda toplumsal cinsiyet rollerinin, özellikle de kadın kimliğinin ataerkil toplum içerisinde nasıl yeniden üretildiğini gördük burada. Genel olarak masalların baskın olarak vurguladıkları, kadının güzel olma zorunluluğu, kadın korkusunun pekiştirilmesi, kadının bağımsızlık korkusu, evcil ve itaat eden kadın modelleridir. Tüm bunlar ise ataerkil toplumun egemen dili ve düşünceleriyle hikayeleştirilmiştir.

Masal, toplumsal bilincin yansımasıdır. Kural ve değerleri prensesler ve prensler, periler, kahramanlar, aracılığıyla gelecek nesile aktarmaktadırlar. Dolayısıyla toplum tarafından masum olarak nitelendirilen masallar tam tersine, çocukların yetişkin yaşamındaki karakterinin oluşmasına zemin hazırlar. Masallar, toplumsal kodları çocukların hayal gücüne ulaşarak onların bilinçaltlarına enjekte eder. Yetişkin karakterlerin bulunduğu masallar çocuklara olgunlaştıklarında toplumsal cinsiyet dağılımının ne şekilde olacağını öğretir. Masalların tasarımı toplum kültürünün yeniden oluşumunu, erkeğin bağımsız, mantıklı, otorite sahibi, özgür rolleriyle işlerken, kadınınkini ise bağımlı, erkeğine, çocuğuna bakan, duygusal ve evcil rolleriyle işler.

Kısacası kadınlık imgesi çocukluk yıllarında masallarla kadınların hafızalarına yerleştirilir ve öyle devam eder. Kadın o imgeler kolay kolay yıkamaz ve kendini gücün tek simgesi olarak gören erkekler tarafından hor görülmeye hatta tecavüze, öldürülmeye mahkûm hale gelir. Bu konu daha kapsamlı incelenmeli ve belki de artık masallardaki kodlar değiştirilmelidir.

Bu dizide ben sadece kadınlar açısından incelemeye çalıştım. Ancak bunların dışında çocuklara verilen o kadar çok yanlış mesajlar var ki anlatmakla bitmez. Neden buna ihtiyaç duyuldu derseniz, söyleyelim: Çünkü gelecekte aynı kalıptan çıkmış gibi bireyler istiyorlar. Kapitalizmin çarkına su taşıyan bireyler istiyorlar. Her şeye itaat eden, düşünmeyen bireyler istiyorlar… Daha sayayım mı? Bence gerek yok.

Sevgili ebeveynler, gördüğünüz gibi masallar masum değil. Çocuklarınızı eğitirken seçeceğiniz masalların da doğru seçilmesi önemlidir. Zira çok şey kaybettik, kaybedeceğiz…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
İmgece@yahoo.com
(24.09.2024 20:56 - #1944)
Çocuk ve Gençlik Edebiyatını önemsemek işte bu yazı dizisinde daha iyi anlıyoruz. Günümüzde bu kavramının altını değil üstünü çizen zihniyetle mücadele eden sizin gibi sayısı azalmakta öğretmenlerimize sahip çıkmak zorundayız.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)

Diğer Yazıları

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.