Karl Marx Konuşuyor
Prusyalı siyasi ekonomist, gazeteci ve aktivist Karl Marx (5 Mayıs 1818 - 14 Mart 1883), "Komünist Manifesto" ve "Kapital" gibi çığır açan eserlerin yazarı ve nesiller boyu siyasi liderleri ve sosyoekonomik düşünürleri etkilemiştir. Bakalım günümüzde Türkiye’de yaşasaydı bizlere neler söylerdi:
Kardeşlerim, dostlarım,
Bugün burada size 19. yüzyıldan değil, 21. yüzyılın kalbinden sesleniyorum.
Dünya döndü, teknoloji değişti, fabrikalar plazalara, makineler algoritmalara dönüştü. Artık üretim yalnızca çarklarda değil; veri tabanlarında, ekranlarda, sosyal ağlarda gerçekleşiyor. Ama insan emeği hâlâ aynı: görünmez, değersizleştirilmiş, susturulmuş. Evet, sistem biçim değiştirdi. Ama özü, “sömürü” aynı kaldı.
Türkiye’de milyonlar, sabahın köründe toplu taşıma kuyruklarında; öğle arasında telefonda borç hesaplayan annelerde, kirayı ödeyip, çocuğuna süt alamayan babalarda, mezun olup iş bulamayan gençlerde yaşıyor bu sömürü.
“Çalış, sabret, bir gün sen de zengin olursun” diyorlar.
Ama o “bir gün”, hiçbir zaman gelmiyor. Çünkü sistem, senin emeğinle onların “bugününü” büyütüyor.
Bunu anlamadan özgürlük olmaz. Çünkü özgürlük, sadece konuşmak değildir; yaşamak, geçinebilmek, onurla var olabilmektir.
Bugün Türkiye, yalnızca bir ekonomik kriz yaşamıyor; bir değerler krizi, bir anlam krizi, bir bilinç krizi yaşıyor.
Herkes birey olmanın peşinde, ama kimse insan olmanın ne demek olduğunu sorgulamıyor.
İnsan, emeğiyle anlam kazanır; ama emeği sömürüldüğünde, insan da anlamını yitirir.
Bu yüzden diyorum: Artık yeni bir bilinç çağı başlamalı.
Bugün Türkiye’nin gençleri, tarihin en eğitimli kuşağı olmasına rağmen, en güvencesiz hayatı yaşıyor.
Üniversite diplomaları, iş ilanlarının önünde birer “gereksiz belgeye” dönüşüyor. Sizden istenen, yaratıcı olmanız değil; itaatkâr olmanız.
Bu, modern köleliğin en rafine biçimidir: İnsanlar zincirle değil, kredilerle, borçlarla, algoritmalarla bağlanıyor.
Bu bir “zincirsiz kölelik”tir.
Yabancılaşma artık sadece işte değil, gündelik hayatta da hüküm sürüyor. İnsan, kendi emeğini değil, markaları ve görünümleri seviyor. Gerçek üretim değil, sanal aidiyet tatmini arıyor.
Ama bilin ki, bütün bu sistemin görünmez iplerini siz koparabilirsiniz. Çünkü bu düzeni ayakta tutan, sizin sessizliğinizdir.
Bugün sermaye yalnızca fabrikanın patronu değil.
Artık o, cebinizdeki telefonda, sosyal medyada, kredi sisteminde, veri tabanlarında yaşıyor.
Siz, sadece ürün üretmiyorsunuz; kendinizi üretiyorsunuz, ama bu üretim yine başkalarının mülkiyetinde.
Attığınız her adım, yaptığınız her paylaşım, yazdığınız her kelime bir veriye dönüşüyor. Ve bu veriler, tıpkı fabrikanın hammaddesi gibi işleniyor, satılıyor, sermaye birikimine dönüşüyor. Yani siz, farkında olmadan, her gün kendinizi sömürten bir makinenin parçasısınız.
Ama farkındalık doğarsa, bu makineyi durdurabilirsiniz. Çünkü hiçbir algoritma, örgütlü halkın bilincinden güçlü değildir.
Bugün sizi bölen, birbirinize düşüren kimlik tartışmaları, sermayenin en güçlü silahıdır.
Türk, Kürt, Alevi, Sünni, muhafazakâr, laik, kadın, erkek... Bunların hiçbiri, emeğin hakikatinden daha güçlü değildir. Çünkü hepiniz, aynı marketten alışveriş yapıyor, aynı vergiyi ödüyor, aynı kirayı dert ediyorsunuz.
Sınıf, kimliğin zeminidir. Ve ancak sınıf bilinciyle birleşmiş bir halk, bu düzene karşı gerçek bir direniş kurabilir.
“Bir şey değişmez.”
“Herkes kendini kurtarsın.”
“Siyaset kirli, uzak duralım.”
İşte tam da bu cümleler, halkın zincirlerini görünmez kılar.
Unutmayın: Tarihi, çaresizler değil; direnenler yazar. Paris Komünü, Petrograd, Küba, Latin Amerika’nın direnişleri…
Hepsi bir fikirle başladı: “Artık Yeter”
Türkiye’de de bir gün bu söz yeniden anlam bulacak. Çünkü her kriz, aynı zamanda bir doğum sancısıdır.
Bu topraklarda özgürlük bir kez kazanıldı, ama şimdi yeniden tanımlanmalı.
Gerçek özgürlük, yalnızca seçme hakkı değildir; geçinebilme, barınabilme, insanca yaşayabilme hakkıdır.
Üretim, halkın elinde; dağıtım, adil; yönetim, şeffaf olmalıdır.
Bilim, sanat, teknoloji, doğa, sermayenin değil, insanlığın hizmetinde olmalıdır.
Ve bu dönüşüm, bir lütufla değil, örgütlü bilinçle olur.
Kardeşlerim,
Tarih, size tanınan bir fırsatla konuşuyor: Ya zincirlerinizi kutsayacaksınız ya da zincirlerinizi kıracaksınız.
Bugünün Türkiye’sinde, kurtuluşun tek yolu vardır: Emek, dayanışma ve ortak akıl.
Artık bireysel kurtuluş devri bitti. Bu çağın kahramanı, halktır.
Emekçiler birleşin! Çünkü kaybedeceğiniz tek şey, zincirlerinizdir.
Yeni bir düzen, yıkıntılar üzerinde değil, bilinçli dayanışma üzerine kurulacaktır.
Ve o gün geldiğinde, artık hiçbir insan bir başka insanın aracı olmayacak; üretim, toplumun ortak yararına hizmet edecek, insan, kendi emeğinde yeniden kendini bulacaktır.
İşte o zaman Türkiye değil, insanlık özgürleşecektir.
Kazanacağınız, yalnızca bir ülke değil; insanlığın yeniden doğuşudur.
Kazanacağınız şey, adaletin, eşitliğin, onurun ve dayanışmanın Türkiye’si olacaktır!
İşte bu yüzden yeniden diyorum ki: Yaşasın Emek ve Dayanışma…
