"Bugünkü hükümetimiz, devlet örgütümüz doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet örgütü ve hükümettir ki, onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükümet ve hükümet mensupları kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır".
1927 (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II, s. 435)
Bugün Cumhuriyet ilan edildi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 102. Yılı ulusumuza kutlu olsun. Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşları, Anadolu halkının ortak irade aklıyla Kurtuluş Savaşı sona erdikten sonra top yekûn ayağa kalkıp çağdaşlık seviyesi için verdiği mücadelenin sonucudur.
Bugünleri çok önceden gören bir liderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK söylev ve demeçlerini okuduğunuzda hiç tereddütsüz doğru bildiği, bilime, felsefeye, çağdaşlığın getirilerine inanarak konuştuğunu görürsünüz.
Sizlere birkaç söz ve demeçlerden örnek vermek isterim.
Sabah söylediğini, öğlen inkâr eden, akşam ne saçmalayacak müptezel liderlere benzemediğini anlarsınız.
Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti; şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, tarikat-ı medeniyedir. Medeniyetin emrettiğini ve talep ettiğini yapmak, insan olmak için kâfidir. (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s.215)
Bursa Nutku
“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine,
doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis
henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek”
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana,
başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.” 6 Şubat 1933
Cumhuriyeti yaşayan bilir.
Yıl 1997 Yüksel Caddesinin girişinde bir otel vardı. Şimdi burası bir simit kafeye dönüştü. Fotokopi Teknisyeni olduğum dönemde TRT Gen. Müdürlüğüne bağlı birimlerin makinelerine teknik hizmet veriyorduk. Çalıştığım firmanın yöneticisi Bület SARUHAN ağabeyim beni yanına çağırdı ve acil olarak TRT İstanbul Televizyonu çekim yapmak için Ankara’da olduğunu; adını hatırlayamadığım otelde kaldıkları ve yanlarında getirdikleri fotokopi makinasının arızalı olduğunu hemen tamir edilmesi gerektiğini söyledi. Büromuz Sakarya Caddesinde olduğu için otele ulaştım. Sorunun ne olduğunu öğrendikten sonra fotokopi makinesini çalışır hale getirdim.
Test çekimleri için bana verilen eski Türkçeyle yazılmış kâğıtlar uzattılar. Önce şaşırdım ne oluyor diye. Şakağımı kaşırken makyöz olduğunu öğrendiğim bayan bana gülerek:
- Bu metinler çekim sırasında meclis sıralarına konacak. Oyuncular okuyormuş gibi yapacaklar dedi.
Gülüştük. Bende kendilerine ADD ARGE Komisyonunda çalıştığımı söyleyince mutlu oldu. Tam o sırada yapımcı Sinan YAKA içeri girdi. Konuşmamızı bitişik odada dinliyormuş.
- O zaman gel sende oyna. Senin yaşın uygun gençsin, hatta yaşlı erkekler varsa onlarda getire bilirsin figüran olarak görev almak istemez misin? Dedi ve kartvizitini verdi. (Hâlâ saklıdır anı olarak durur.)
- Neden olmasın sevinirim dedim.
Hafta sonu ADD ARGE Komisyonunda çalışmalarımızı tamamlamıştık. Arkadaşlardan biri Cumhuriyet Filminden bahsetti yardımcı oyuncu olarak görev almak isteyenleri sete davet etti. Bende aynı şekilde Sinan YAKA tarafından davet edildiğimi söyledim. Pazar günü amcaoğlu Ali Öztürk bir iki arkadaş ikinci meclise gittik. Kostümleri giydik başımızda kalpak, takma bıyık, ceket ve pantolon gömlek, kravat derken bir anda kendimizi tanıyamadık. Aynanın karşısında baka kaldık. Fotoğraf çekilsek harika olacaktı. Dışarıya çıkamıyoruz ama Japon Turistler bizi balkonda görünce el salladılar bizde onlara karşılık verirken fotoğraflarımız çekiliyordu. Balkondan içeri girince karşımızda Rutkay AZİZ. Savaş DİNÇEL ve Müjdat GEZEN şakalaşıp gülüşüyorlar. Hiç unutmam amcaoğluna dönüp:
- Bir fotoğraf çekilseydik Rutkay AZİZ ve Savaş DİNÇEL ile ileride çocuklara bizim dedelerimiz Sivas Mebusuydu diye hava atardık.
Kısmet değilmiş. Tabii daha sonra hepimiz mecliste yerimizi aldık. Sahne çekiminde bir olay canlandırılacak ama bir türlü devamı gelmiyor. Sahne Gazi Mustafa KEMAL (Rutkay AZİZ) meclis kürsüsüne çıkması için kapının açılma durumu. Bizler oturduğumuz yerde rahatız. Ama kimi yaşlı amcalar idrarlarını tutamıyor. Sıkışıklıklarını anlatıyor ama asistanlar Nuh diyor peygamber demiyor. Olmaz Allah olmaz. Altınıza yapın ama çıkmak yok. Biz gülüştüğümüz sırada Sinan YAKA görüntü yönetmenliğine yapıyor. Meclis sıralarını alalece dolaştığı sırada bizim olduğumuz yeri işaret ediyor gelin diye. Ben oralı olmadım, amcaoğlu ise ‘ağabey seni işaret ediyor; baksana ayıp olmasın’ diyor. Bende ‘yok canım arkamızdakilerdir, niye beni çağırsın? Derken asistan ‘beyefendi Sinan bey sizi işaret ediyor’ dedi.
Aşağıya indim kısaca Gazi Mustafa KEMAL (Rutkay AZİZ) kapıdan girme sahnesinde kapıyı benim açmamı basit bir rol olduğunu söyledi. Yarım saattir şu sahnede oyalanıp duruyoruz, bitirelim dedi. Neyse bu vesileyle Rutkay AZİZ ile tanışma ve aynı sahneyi paylaşmış olmanın heyecanı var.
Sahne motor kapı açılsın giriş yapılsın dedi. O büyük iki tarafa açılan kapıyı açtım. Gazi Mustafa KEMAL (Rutkay AZİZ) içeri girdi.
- STOP diye bir ses.
- Olmadı. Olmadı. Olmadı diyen aynı ses.
Rutkay AZİZ bir bana baktı, bir görüntü yönetmenine, bir kameraya…
- Nasıl olmadı?
Sina YAKA sakin bir tavır ve ses tonuyla.
- Üstadım. Sizin ceketinizin düğmesi açık. Arkadaşın ilikli meclise giriş böyle olmaz.
Sahne yeniden çekildi. Meclis Mebusları ayakta bir alkış kıyamet. Gazi Mustafa KEMAL (Rutkay AZİZ) içeri giriyor. Bir anda beni alkışlıyorlarmış heyecanı, mutluluğu… Kendi kendime içimden şunu söyledim. Bu kapıyı açmasam Cumhuriyet ilan edilmeyecek!
Orada yıllar sonra Akköy Kütüphanesinde usta şair Cevat ÇAPAN ile buluşup bu anımı anlattığımda gülüştük. Çünkü usta şair Cevat ÇAPAN meclis başkanı rolündeydi. Aradan geçen zaman diliminde şiire, radyo programlarında metin yazarlığı, dramatik yazarlık ve sinema, dize senaryo yazarlığına adım atmamda en etkili ve yetkin insan Yaşar KARAKULAK hep yanımda oldu, el verdi.
Naçizane izleme fırsatı bulursanız Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu seyretmenizi isterim. Cumhuriyet Filminin kısaca konusu şöyle.
30 Ekim 1998 Sinema | 2s 30dk | Epik, Tarihi Yönetmen: Ziya Öztan Yapımcı: Sinan Yaka, Mustafa Şen Senarist: Turgut Özakman Müzik: Muammer Sun. Oyuncular: Rutkay Aziz, Savaş Dinçel, Hülya Aksular
Zafer coşkusu içinde, İzmir sokakları 'Yaşasın Gazi, Yaşasın Ordu, Yaşasın Büyük Millet Meclisi' sesleriyle inlemektedir. İzmir`deki evi, Başkumandanlık Karargâhı olarak kullanılan Latife Hanım`ın Mustafa Kemal`e olan hayranlığı her geçen gün artmaktadır. Bu arada, Zübeyde Hanım, oğluna ilgi duyan bu İzmirli genç hanımla tanışmak ister. Latife Hanım, İzmir`e gelecek olan Mustafa Kemal`in annesini evinde ağırlamak için ısrar etmektedir. Çankaya Köşkü`nde Zübeyde Hanım`a ve Mustafa Kemal`in Doğu Cephesindeyken evlat edindiği küçük Abdürrahim`e bakan Fikriye Hanım`ın rahatsızlığı ilerlemekte, ancak kendisi bunu özellikle ölesiye sevdiği Mustafa Kemal`e belli etmemeye çalışmaktadır. Çankaya Köşkü`nde bir dost toplantısında piyano çalarken öksürük krizine tutulan Fikriye Hanım, hiç istemediği halde Münih`te bir sanatoryuma gönderilir. Bütün bunlar olurken işgalcilere karşı savaş da bütün hızıyla sürmektedir.
Cumhuriyeti yaşayan bilir. 102. Yılını kutladığımız Cumhuriyetimizin kıymetini bilenlere selam olsun…
