Ülkemizin coğrafi ve stratejik önemini bilenler ile yüzyıllardan beri vaat edilmiş topraklara erişmek amacı güden güçler, aynı kökenden (Turan) olan Türkler ile Kürtlerin soy birlikteliklerini yadsıyarak, açıktan ayrıştırma siyaseti güderler iken, kimileri de Kürt temsilcileri-sözcüleri görünümüyle ayrıştırma siyasetine örtülü olarak yardımcı olmaktadırlar.
Soy Birlikteliğini Kanıtlayan Tarihi Gerçekler
Bir uruk (soy, sülale) ya da boy adı olarak “Kürd” (Kürt) sözcüğüne tarihi belge bağlamında ilk kez Yenisey’deki Köktürk kitabelerinde rastlanmış ise de, Türklerin bir boyu olan Kürtlerin tarihi daha da eskidir. Türklerin/Oğuzların tarihi yazılı belgelere ve kaynaklara dayanılarak en geç Milattan Önce (MÖ) 6000 yılına dek dayanmaktadır. Hitit, Asur ve Akkad tabletlerinde, Türkler ve Türklerin bir boyu olan Zazalar, aynı millet olarak MÖ 5000 yıllarından itibaren Önasya’da yaşamışlardır.
Yenisey yazıtları arasında bulunan MÖ 7. yüzyıla ait Elegeş anıt taşında anlaşıldığı üzere; Türkler arasında, Türklerin bir boyu olan Kürtler bulunmaktadır. Bu oyma yazılı mezar taşları; Kürt dilinin öz Türkçe olduğunu ortaya koymuş olmakla; Türk-Kürt birlikteliğini de kanıtlayan belgelerdir.
Yenisey Kürtlerinin kendi padişahları için[1] diktikleri ve Türkçe bir ağıt gibi yazılmış kitabede; “Kürt el kan alp urunu altıunlıg keşeşiğin bantım belde elim tokuz kırk yaşım…” (Ben Kürt ilinin kağanı (padişahı), Alp Urunga, ilimin altın okluğunu belime bağladım; yaşım otuz dokuz.) ifadeleri yer almaktadır. Bu yazıtların birisinde Uygur Hakanı “Ey Kürt Beyleri” diye hitap etmiştir.
Kürtleri, Türklerden uzaklaştırmak için onlar ırk yönünden Med’lere ve İskit’lere bağlama çabası içinde olan yazarların (Minorsky gibi) yanılmışlardır.
Osmanlı döneminde Kürt ve Kürdistan yaratma çabaları Padişah Yavuz Sultan Selim dönemine dayanmaktadır. Günümüz emperyalistlerinin seyyahlar, misyonerler, gizli servis ajanları, oryantalistler (Doğu bilimciler) aracılığı ile Türk-Kürt ayrımını kanıtlama çabası içinde, Kürtlerin Tarih-Coğrafya, Dil ve Etnik Antropoloji alanları üzerinde yoğunlaşmış, Osmanlı ayrıştırma siyaseti üzerine inşa edilen çabalar olmuştur.
Batılılar, Osmanlı devletini bölmek ve “Şark Meselesini” kendi çıkarları yönünde halletmek için, 18. yüzyıldan itibaren yanlış bilgilerle Kürtlerin etnik kökenlerini ortaya atmaya başlamışlardır.
İngiliz sosyal antropoloğu olan R.Tapper, Azerbaycan’da yaptığı araştırmada;“çam ağacından yapılmış su testisi” anlamında bir Türkçe sözcük olan “Seneklü Oymağı” adı verilen ve Türkçe konuşan bir oymaktan söz etmiştir. Seneklü Kürtleri, öz Türklerdir.
Kürt milleti yaratmakla görevli olduğu için çalışmalarından dolayı “Kürdolojinin babası” olarak bilinen Rus Minorsky, 1938 yılında yapılan XX. Oryantalistler toplantısında, Kürtlerin kökenini İskitlerle açıklamaya çalışmış daha sonra bu tezinden geri dönerek Kürtlerin İskit soylu olduğu tezini savunmaya başlamakla, Türk tezi ile buluşmuştur.
Macar Türkolog Prof. J.Németh; “köken bakımından Kürt, bir Türk kabilesidir” kesin hükmünü ortaya koymuştur. Nitekim Rasanyi, Macaristan’daki Türk kökenlerinden gelen oymakları sayarken, Kürt oymağının adının “kar çığı” anlamında olduğunu açıklamıştır.
Macar milleti; Kabarlar, Kürtler, Gyarmatlar, Taryanlar, Yeneler, Kerler ve Kesailer olmak üzere yedi Türk boyundan oluşmuştur. Kaşgarlı Mahmut tarafından Bağdat'ta 1072-1074 yılları arasında Türkçe-Arapça yazılan ve Türkçenin bilinen en eski sözlüğü olan Divan-ı Lügat’it Türk’te, “Kürt” terimi; kar yığını, çığ ya da dallarından yay, kamçı, değnek gibi araçlar yapılan bir çeşit kayın ağacı olarak açıklanmıştır.
Kaldı ki, bir devlet yapılanması içinde bütün yurttaşların aynı ırktan, aynı inançtan olmaları da gerekmez. Günümüzün güçlü devletlerinden olan, gücünü sömürü ve sömürülüleri ezmek için kullanan ABD’yi oluşturanların ne bir ırk birlikteki, ne de din ya da mezhep birlikteliği söz konusu değildir. Esas olan; yurttaşı olunan ülkenin yararına yurttaşlık görevinin yerine getirmesi, yönetenlerin de bu birlikteliği sağlayacak yaklaşım ve ciddiyet içinde, yönetme yeteneği ve niyetinde olunmasıdır.
Amaç Vadedilmiş Topraklar
Yurt edindiğimiz bölgenin özelliklerini bilen, Balkan Paktı’nı, Sadakat Paktı’nı gerçekleştiren, Orta Doğu bataklığa bulaşmayacak güçte Ulus–üniter devlet kuran Atatürk’ün ölümünden (belki de öldürülmesinden) sonra Türkiye’nin, tam bağımsızlığını zedeleyen NATO ve IMF gibi kimi kuruluşların içinde yer alınması sonrasında; ulus devlet bütünlüğünü zedelenmeye başlanılmıştır. Özellikle 1980 öncesinin soğuk savaş ortamında sağ-sol çatışmaları ve takibinde 12 Eylül askeri müdahalesi, yetişmiş değerleri sindirmiş ya da yok ederek, ülkede ulusal bilinçten yoksun çoğunluk yaratılmıştır. Böylece; dış destekli ayrılıkçı girişimler, ulusal ve üniter devleti zedelemeye yönelmiş, bu yönelişte Kürt olgusuna ayrı bir boyut kazanmıştır.
Bu durumda Vaat Edilmiş Toprakların kontrol altına alınması gerektirmiştir. Bunu gerçekleştirmek için de, İsrail’in lobiler ve ekonomik güç yönünden daha etkin olduğu devlet olan ABD’nin devreye girmesi sağlanmıştır. Bu nedenle önce bölgenin etnik yönden kaynayan kazanı Irak’ta yönetim değişikliği gerçekleştirilmiş, Suriye yıkılarak İsrail için dikensiz gül bahçesi hazırlanmış, vaat edilmiş topraklara adım adım yaklaşılmaktadır.
Bir devlet örgütlenmesine sahip olmadığı halde her türlü istihbarat, iletişim ve bölgenin en güçlü ordusuna sahip ülkemiz ile silahlı mücadeleye girebilen Teröristlerin gerisindeki güçlerin en önde gelen İsrail’in bölgesel askeri gücünün pekiştirilmesi ve güvenliğinin sağlanması, bu güvenlik içinde Vaat Edilmiş Topraklara taşınmasının sağlanması anlaşılmaktadır.
Terörün olaylarının Fırat ile Dicle nehirleri arasında, yani Vaat Edilmiş Topraklarda üstlenmiş olması elbette tesadüf değildir. İnsan olma özeliğine sahip herkesin özlemi olan “barış” görünümlü siyasi girişimlere çekingen yaklaşılmasının nedeni; Siyonist lider Theodor Hertzl, 1904 yılında “Vaat edilmiş ülke”nin “Mısır’dan Fırat’a kadar uzandığını” söylemiş olmasının güncelliğini korumasıdır.
Devletimizin kurucusu, üstün niteliklere sahip Kemal Atatürk’ün;
“Her iki kardeş ırk”,
“Türk ve Kürt birbirinden ayrılmaz iki öz kardeş…” olarak tanımladığı Kürtler, Ulusal Kurtuluş Savaşı’mız boyunca birlik ve beraberlik içinde oldukları gibi emperyalizmin yenildiğinin, Türkiye’nin kuruluşunun uluslararası belgesi olan Lozan Antlaşması imzalanması sürecinde de; “biz Türkler ve Kürtler” içeriğinde birlik siyaseti izlemiş olmaları da ayrı bir tarihi gerçektir.
**
Bölgemizin ve dünyanın sürekli barış ve güvene kavuşması için yapılması gereken; cumhuriyetçilik, devletçilik, halkçılık, ulusçuluk, devrimcilik ve laiklik içerikli Kemalist ilkelerin yeniden devlet yönetimine yansıtılarak, çağın koşullarına yarışır olarak güçlendirilmesidir.
Kemalizm’in güvenirliğinin kanıtı; uygulandığı dönemlerde ulaşılan kazanımlarıdır.