Okan Alay Bingöl doğumlu. İlk, orta, lise öğrenimini orada tamamladı. 19 Mayıs Üniversitesinde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Aynı alanda yüksek lisans ve doktora yaptı. Halen Hacettepe Üniversitesi’nde Türkçe ve Yabancı Dil öğretimi, Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde doçent olarak görevini sürdürmektedir.
Pek çok dergide şiir, öykü ve makaleleri yayınlandı. Akademik çalışmalarıyla çeşitli kongre, sempozyum ve hakemli dergilerde yer aldı. Farsça ve Kürtçeden çeviriler yaptı. Aynı zamanda pek çok ödül sahibidir. Eserleri; Suyun Gölgeye Karşıtlığı (Şiir), Yanılgılar Evi (Şiir), (H)iç Ses (Şiir), Çünkü Aşkın Gözü (Şiir), İçimdeki Uzak (Öykü), Sesin Değdiği Yerden (Öykü), Kültür Dünyamızda Bingöl (Araştırma), Sözün Ezgisi Sözlü Şiir Geleneği (Araştırma). Bunların yanı sıra özellikle Sohrâb Sepehrî ve Sadık Hidayet’ten çevirdiği çeviri kitapları bulunmaktadır.
Okan Alay’ı tanıttım size biraz çünkü bugün sizlere onun son öykü kitabını, ‘Sesin Değdiği Yer’i anlatmaya çalışacağım. Öncelikle ilk olarak kitabın ismi ilgimi çekti. Sesin geldiği yer değil, değdiği yer diyor. Acaba burada bir mesaj mı vardı? Kitabın içine baktığımda ise kitabın üç bölümden oluştuğunu ve bölümlerin, Sesin, Değdiği, Yer olarak isimlendirilmiş olduğunu gördüm. Demek ki Alay bir şeyler anlatmak istiyordu bizlere. Şimdi anladıklarımı kısaca yazmaya çalışacağım. Bakalım anlamış mıyım diye de kendimi sınamış olacağım biraz.
Okan Alay şiirleriyle çıktı karşıma önceleri. Şiirlerinde Öz Türkçeyi büyük bir ustalıkla kullanışı ilgimi çekmişti doğrusu. Gerçeklik sadelik ve mitoloji ile iç içe geçmişti şiirlerinde. Her şiirde öyle bir ritim duygusu işliyordu ki etkilenmemek içten değildi. Ses ve ritim duygusu ön plandaydı sanki. Tasavvufta evrenin yaratılışı bir "ses" (kelâm, söz) ile başlatılır derler ya sanki bu anlamda kullanmaya çalışıyor gibidir. Genelde serbest vezinle yazılan şiirlerinde lirizm ön plandadır.
Sanırım artık kitaba geçmenin vakti geldi ve sizi çok da oyaladım. Başlayalım o halde. İlk bölüm SESİN. Yukarıda da bahsettiğim gibi şiirlerinde de sese büyük önem veren Alay bu eserde sesi ön plana çıkarmış adeta. Ses? İnsanlar sesle konuşur, duygularını, düşüncelerini, ihtiyaçlarını ifade eder. Ses tonu, yalnızca “ne söylediğimizi” değil, “nasıl hissettiğimizi” de aktarır: “Söz, kulağa gider; ses, kalbe.” Ses, duyguların dilidir. Sözsüz bile çok şey anlatılabilinir. Tasavvufi ve mistik anlayışlara göre evren, Tanrı'nın “Ol!” (Kûn) sözüyle/sesiyle yaratılmıştır. Bu anlayışta ses, var oluşun ilk titreşimi; zamanın başladığı andır. Müzik, sesin zaman içinde düzenlenmiş halidir. Şiir bile içsel bir ses duygusuyla yazılır (ahenk, ritim, ölçü). Tiyatroda, sinemada, edebiyatta sesin gücü dramatik etkiler yaratır. Bir şairin sesi, sadece dizelerde değil, söylenmeyenlerde yankılanır. Sessizlik bile bir ses türüdür. Bazen en derin şeyler, söylenmeyerek ifade edilir. Bu karşıtlık, sesi daha değerli ve anlamlı kılar. Ama çocuk doğduğunda attığı ilk çığlık, varlığının ilanıdır. Ses, “ben buradayım” deme biçimidir. İşte Okan Alay da bu bölümde bize sesin görünmeyene temas eden yönünü işliyor.
İkinci bölüm DEĞDİĞİ. Değmek? Daha çok kişinin içsel dünyasına yüksek bir bilinçten bir temasın gerçekleştirmesi olarak yorumlanır. Ezoterik öğretilerde ise bir kişinin sıradan bilinç düzeyinden daha yüksek bir bilinç düzeyine geçiş sürecinin “değme” ile başladığı kabul edilir. “Değmek” bazen mecazi anlamda da kullanılır: Kaderin kişiye dokunması, hayatın bir mesaj iletmesi ya da kişinin görünmeyen bir planla hizalanması gibi. İşte bu bölümdeki öykülerde de bu mecazi anlamların hepsini birden bulmanız olası.
Üçüncü bölüm YERDEN. Yer? Bu bölümde Alay, ’yer’in sıradan anlamının ötesine geçerek varoluşun farklı düzeylerini, bilinç alanlarını veya ruhsal gelişim duraklarını anlatıyor resmen bize. Yani burada “yer” sadece fiziksel bir mekân değil; aynı zamanda bir frekans, bilinç seviyesi ya da ruhsal gerçeklik düzeyi. Ezoterik geleneklerde bazı coğrafi mekânların, ruhsal enerjilerin toplandığı, daha yüksek bilinçle temasa geçilebilecek özel alanlar olarak görülür. Bu gibi yerde bir dönüşümün simgesi olarak da adlandırılır ki bu bölümdeki öykülerde bulacaksınız tüm bu kavramları.
Şimdi gelelim öyküleri genel olarak irdelemeye. Alay, öykülerinde ritim, ahenk ve duygu yoğunluğunu öne çıkarıyor. Öyküleri şiir gibi okunuyor. Bu yaklaşım, ise ayrı bir ustalığın ürünü gibi çıkıyor karşımıza. Öykülerinde öz anlatı, gerçeklik, sadelik dengesi güçlü biçimde hissediliyor. Öz Türkçeyi tercih etmiş öykülerinde ki bu da anlaşılabilirlik ile edebi derinliği birleştiriyor. Ölüm, yalnızlık, gurbet gibi evrensel temalar üzerine düşünürken naif bir yaklaşım benimsiyor ve tüm bu duygulara dair felsefi derinliği de okurken sarıyor ruhunuzu. Yazar yerel motifleri (doğa, coğrafya, zaman atmosferi) evrensel temalarla (yalnızlık, gurbet, ölüm, aşk) dengeliyor. Öykülerinde içsel yolculuk, metafizik sorgu, aşkın ve ölümün sembolik halleri gibi ezoterik-tasavvufi ögeler güçlü şekilde hissedilir ki kitabın ismi de bunun göstergesidir. Hem bireysel temasal derinlik hem de kolektif kültürel köklerle birleşen bu yapı, okuyucuyu ruhani bir deneyime de davet ediyor.
Alay’ın şiirleriyle öykülerinde alt-metinsellik ve gizli alıntı teknikleri görmek olasıdır. Mitolojik öğelerden ve kadim hikâyelerden yapılan ince göndermeler, bir alt-metin etkisi oluşturur. Şiir ve öykülerinde pek görünmeyen ama hissedilen dokunuşlarla eski metinleri çağrıştırır bizlere. Alay’ın şiirleriyle öykülerinde alt-metinsellik ve gizli alıntı teknikleri görmek olası. Alay’ın öykülerinde kullandığı benzetmeler, referanslar, özgün tarzla harmanlanarak kurulmuş üst-metin ilişkileri, okuyucuya belirli bir tür beklentisini etkin kılar. Bu yönüyle de okuyup öğrendiklerini, bildiklerini okura sezinleterek belki de bir merak duygusu uyandırıyor ve sorgulatıyor bazı şeyleri.
Kırmızı Kedi Yayınlarından çıkan bu eser, üç bölüm ve toplamda on dört öyküden oluşuyor ve toplamda 101 sayfa. Okumanızı öneririm. Hem bir bakın bakalım sizin sesiniz neye veya nelere değiyor?
