Arzu Kök - Şair ve Yazar
Köşe Yazarı
Arzu Kök - Şair ve Yazar
 

Köy Enstitüleri ve Edebiyat

1940’lı yılların başı, Hitler neredeyse tüm Avrupa’yı kapsayan cephelerde savaşıyor. Türkiye’nin de savaşa girme ihtimalinden söz ediliyor. Halk gıda ve diğer ihtiyaçlarını ‘vesika’ yardımı ile karşılayabiliyor. Milli gelir büyük oranda azalmış durumda. İşte bu durumdaki Türkiye’nin koşullarında bile, gelecek nesillerin yetiştirilmesi projesine öncelik verilmiş. Zira Atatürk ülkeyi Türk Gençliğine emanet etmişti ve iyi yetiştirilmeleri gerekiyordu. Bu amaçla da 17 Nisan 1940 tarihinde Köy Enstitüleri Kanunu kabul edilmiştir. Tam 75 yıl önce. İki yıl sonra da sistem, organizasyon ve yöntemlerinin ne olacağı hususunda bir kanun çıkarılmıştır. Ancak bu kanun alışılagelenden farklıdır. Çünkü bu kanun bir yatırım projesine, hatta ve hatta bir fizibilite raporuna benzemektedir. 1940’lı yıllarda ülkedeki okuma-yazma oranı %20 civarında. Tarımda saban dışında alet kullananların sayısı parmak sayısını geçmiyor. Suni gübrenin adı bile duyulmamış. İşte bu durumdaki köylere, şehre tayini çıksın diye yanıp tutuşmayan, çevrenin zanaat imkânlarının gelişmesine katkı koyabilecek, tarımdan anlayan öğretmenler yetiştirmek amacıyla kuruldu Köy Enstitüleri. Beş yılda 30.000’e yakın öğrenci ile 21 tane Köy Enstitüsü kurulmuş. 1940’lı yılların başındaki öğretmen sayısı bu enstitüler sayesinde iki katından fazla bir seviyeye ulaşmış. Öğretmen sayısındaki artış oranı %55. Bu da Köy Enstitülerinin nasıl bir eğitim imecesi olduğunun göstergesidir. Köy Enstitüleri hareketiyle, köyden gelen, orada okuyan, yaşayan, yeti şen bir edebiyatçılar kuşağı oluşmuştur. Başka bir söyleyişle enstitülü yazar ve ozanların kişiliğinde köylülük sınıfı yazarını bulmuştur. Edebiyat halklaşmış, H. Âli Yücel' in deyişiyle "köylü, edebiyata kendi girmiştir." Köy, Anadolu İhtilali’nden sonra politik ve yazınsal düzlemde üzerinde en çok durulan ve tartışılan konu olmuşsa da köy bakış açıları hem politik hem yazınsal düzlemede birbirinden epeyce ayrı niteliktedir. Bu nitelik farkı, daha çok. Konu üzerinde duranların düşünsel farklılıklarından ve köy konusundaki bilgi farklılığından kaynaklanıyor. 1928'lerde Emin Türk Eliçin'in -bir köy ağasının oğlu olmasına karşın - köyünde gördüklerini anlatmasıyla başlayan gerçekçi ve içerden bakış, sayıları az da olsa, toplumcugerçekçilerin çalışmalarıyla sürer ve enstitülü yazarların çıkışıyla iyiden iyiye yoğunlaşır. ÜRÜNLERİNİN KAYNAĞI Enstitülü yazarların hemen tamamı köylülük sınıfından gelmedir. Köy den gelen ve yeniden köye dönen Köy Enstitülü, normal olarak çevresini anlatacak ve bu çevre "köy" olacaktır. Bu köy de ya yaşadığı (doğup büyüdüğü) ya da çalıştığı (gezdiği köydür. . . Köy Enstitülü tek tük istisnalar dışında gerek romanla gerek öyküyle gerek anıyla gerek köy ve gezi notuyla gerek şiirle. Gerekse oyunla hemen her zaman köy ve köylü gerçeğini vermiştir. Enstitülü yazarlar, bunu eylemsel ve düşünsel açıdan kaçınılmaz saymaktadırlar. Söz konusu yazarların konu ya ilişkin görüşleri şu noktalarda odaklaşıyor:  Yazar, mutlaka iyi bildiği, tanıdığı çevreyi. İnsanları verecektir. Bizim bilincimiz ve bilinçaltımız, içinden çıktığımız sosyal ortamla belenmiştir. Bu bakımdan içinden çıktığımız ortamı vermekten, bu ortamın gerçeklerini dile getirmekten daha doğal bir şey olamaz. . . Bu, işin eylemsel yanıdır. Bir de işin düşünsel yanı var: Köylülük, sınıfının okumuşları, eğitim işçileri, aydınları, bir yerde düşünürleri ve sözcüleri olarak yüzyıllar boyunca ezilmiş, horlanmış, sömürülmüş ana kitleyi irkiltmek, uyandırmak, bilinçlendirmek en doğal hakkımız ve görevimizdir. İşte bu yazarların kendilerine kaynak olarak köyü, köylüyü almalarının ana nedenleri bunlardır. Bunlara "dış etkime" öğesi olarak bir de şu eklenmeli: "Gerçek edebiyat, insanın yaşadığını anlatmasıdır. " (Bu düşünce, sonradan gerçek, canlı, yaşamdan alınan insanların, tiplerin yaşamdan kopup yazınımıza girmesine yol açacaktır.) Enstitülü yazarların konu kaynağı genellikle köy, köylü olduğundan ve bu kaynak feodal öğelerle iç içelik gösterdiğinden zorunlu olarak ilk etapta feodalizm ve bunun uzantıları hedef alınmıştır. Enstitülerde okuyanlar genellikle köyün yoksul kesiminden geldiklerinden, doğal olarak feodal unsurlara karşıt düşmüşlerdir. Bu karşıt düşüş de onların güçlüye karşı güçsüzün yanında yer almalarını zorunlu kılmıştır. Bu sınıfsal bilinç, teorikten çok pratik düzlemdedir. Bu nedenle Enstitü dergileriyle verilen ilk ürünlerden başlayarak bunların ezene karşıt bir tavır içine girdikleri görülür. Ve bu da Konularını kendiliğinden getirmiştir: Ezen (güçlü kesim, ağa) - Ezilen (güçsüz kesim, köylü) ilişkileri üzerinde odaklaşır konular. Buna bağlı olarak ağa baskısı, ağanın resmi vurucu- sindirici gücü jandarma baskısı, köylünün ekonomik düşkünlüğü, eğitim sorunları, beslenme sorunu .dinsel ilişkiler; sağlık sorunları, tarımın makineleşmesinin yol açtığı işsizlik ve göç sorunları, bunların kentteki dirlik mücadeleleri ve nihayet " kurtuluş yolları"... KONULARIN İŞLENİŞİ Enstitülü yazarın tavrım birinci etapta, bu okullardaki eğitim yöntemi belirlemiştir. Bu eğitim, temelini üretimden alan," gerçeğe, insana, yurda" dönük bir eğitim yöntemidir. Burada önemli bir noktayı vurgulamak istiyorum. Bu okullarda," liretimin artımı"ndan yana her türlü ağırlık verilmiştir eğitime. Ancak tüketimden yana aynı gerçekçi titizlik gösterilmemiştir. Başka bir deyişle üretimden yana her şey öğretilmeye çalışılmış, ancak tüketimden yana her şey öğretilmemiştir. Gerçi denecektir ki öbür eğitim kurumlarında eğitim- öğretim bu doğrultuda mıdır? Kesinlikle değil. Belki bu konuda da en ileri değerde olan, Enstitü terdeki eğitimdir. En azından oradakiler, kendileri üretip kendileri tüketmekle bir pratik kazanmış oluyorlar Enstitülü yazarların yetişme ve biçimlenmesinde ilk ve en önemli adımlardan biri de Türkçe öğretimi ve yazın çalışmalarıdır. Buraya gelinmişken "okuma ve yazma yöntemi "konusunda oldukça ileri ve tutarlı görüşler getiren ve öğrencilerin yazmaya yönelmelerinde etkin olduğunu sandığım "Köy Enstitüleri Öğretim Programı"nın (I942) Türkçe öğretimine ilişkin ilkelerinden kısaca söz etmek yararlı olacak. Bu ilkeler, Enstitülü yazarların yetişmesinde ve yazma yöntemleri konusunda ipuçları verecektir bize. Türkçe öğretimine ilişkin bazı önemli kural ve öneriler şöyle: "Amaç: Okumada yazmada ve konuşmada güzellikten çok doğruluk aranmalıdır; esasen güzelliğin ilk şartı doğruluktur; bunu temin etmek sanatkâr yetiştirmenin de en emin yoludur. (...) Hiçbir ders Türkçe dersi kadar zevk, şahsiyet ve ahlâk eğitimine elverişli değildir. Okuma: Enstitülerde talebenin ders dışındaki okumalarını düzenlemek hem zaruri hem de diğer okullara nispetle daha kolaydır; çünkü talebe ancak kendisine verilen eserleri okuyabileceği gibi her gün öğretmeniyle temas etmek imkânını bulacaktır. (...) Tavsiye edilecek eserler derslerde bahsedilen meselelerle, talebenin iş ve düşünce hayatıyla ilgili olmalıdır.  Yazma: Yazma çalışmalarında güdülecek amaç, talebenin kendi anlayış ve anlatış özelliklerini muhafaza ederek açık, düzgün ve özentisiz bir ifade ile yazmalarını sağlamak olmalıdır. Köy Ensitüsüne gelen talebe ekseriyetle gördüğünü, düşündüğünü ve bildiğini eksiksiz ve fazlasız anlatmağa o kadar alışkındır ki, bu meziyetlerini korumağa çalışmak başlı başına bir yazı terbiyesi olacaktır; çünkü eksiksiz ve fazlasız ifade, yazı sanatının en üstün mertebesidir." Bütün bunlara karşılıklı tartışma, toplantı, gezinti, tören ve tiyatro gibi sanatsal uygulamalar da eklenmelidir. Özellikle tiyatro, Enstitülerde önemli bir yer tutar. Bu uygulamalardan dolayıdır ki, Enstitü çıkışlı sanatçılardan biri olan Fakir Baykurt, "Köy Enstitüsü, sanatta kişiliğimi bulmama, okuma yazmada ilerlememe çok yardım etti" diyor. Yazınsal çalışmaya girmiş birinin konularını işlerken takınacağı tavır, bunların yanında büyük ölçüde yazınsal alanda okuduklarına bağlıdır kuşkusuz Şunu görüyoruz Enstitü yıllarında: Okumaya, yazmaya yönelmiş kişilerin karşısına " klasikler", yerli küçük burjuva ilerici yazarlar, şairler, en ileri düzeyde de Gorki vb. çıkarılmış. Bunlara, Enstitü dergileri aracılığıyla okudukları," birbirlerinin" ürünlerini de eklemek yerinde olur. Okumaya yazmaya düşkün kişi, yerli toplumcu yazarları, şairleri ancak gizli okuyabilmekte. Yani işin bu yanı rastlantılara kalmış. (Burada, Apaydın'ın, gizli okuyup sevdiği, bağlandığı Nâzım'ı görebilmek için Bursa'ya gidişini anımsıyor insan, ister istemez.) Enstitülü öğrencinin düşünsel yapısını oluşturan öğeler genellikle böyle. Bu öğrencilere yazdıklarını yayma olanağı tanınmış, Enstitü dergileriyle. Bu, kişileri yazmaya yöneltmede, doğal olarak, büyük bir itici güç oluyor. Ve yazmaya meraklı herkes, şiir ve notlarla gördüklerini, duyduklarını, yaşadıklarını anlatmaya başlıyor. Böylece köy-köylü, önce şiir ve köy notlarıyla, sonra da öykü ve romanla yoğun ve canlı biçimde girmeye başlıyor yazınımıza. Yukarıdan beri koymaya çalıştığımız nedenlerle Enstitülü, köyün-köylünün gerçeklerini bazen severek, bazen eleştirerek verir. Bu gerçekler verilirken kimi zaman bedenlere inilir, kimi zaman inilmez. Gerçeklerin nedenleriyle verilmesi ve yönlen dirilmesi -bu yönlendirme çokluk toplumcu-gerçekçi bir yönlendirmedir- bakımından son ürünlerin daha yetkin olduğu görülür. ÜRÜNLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ: Bu ürünleri önceki benzerlerinden ayıran en önemli özellik tam bilinmeden ya da dıştan gözlenerek değil, doğrudan köylü kesiminden gelenlerce yaratılmasıdır. Bu ayrıcalıklar, bazı özellikleri-daha doğrusu nitelikleri de birlikte getirmiştir, Bunlar kısaca şöyle özetlenebilir. Dil özelliği: Geniş anlamda halkı dili, sade, kendiliğinden süslü cümle, kestirme gerçekçi anlatım Enstitülüler aracılığıyla girer yazınımıza. Bu anlatı; köylü diline özgü yalın, açık, sağlam söyleyişi de birlikte getirir. Bölgesel söyleyiş de en yoğun biçimde enstitülülerle girer yazınımıza özellikle aşırılığa gidilmediği zamanlar bu özellik ürünleri daha inandırıcı, daha çekici kılar. Enstitülüler buradan giderek bir köylünün İstanbullu gibi konuşturulmasını gülünç bulurlar, haklı olarak. Konu özelliği: Yukarıda da değinildiği gibi yazarın toplumsal durumu, konularını da birlikte getirmiştir. Köyden çıkan, Köy Enstitüsünde okuyan ve yeniden köye dönen enstitülü, doğal olarak gördüklerini izlediklerini yaşadıklarını anlatmıştır. Enstitülüler, kişinin tanımadığı çevreyi işlemekte başarılı olamayacağına inanırlar. Kısaca konularının özünü; a) Köy-köylü yaşamı ve sergilenmesi; b-Köyün, köylünün canlandırılması, uyandırılması yolları oluşturmaktadır. İşleyiş özelliği: Çıkış kaynakları çokluk izledikleri, algıladıkları sorunlardır. Bir anlamda onların yaptıkları iş, "sorunsal'ı sergileme" işidir, ancak şunu hemen söyleyelim ki, bu daha çok 1960' tan önceki ürünler için söz konusudur. Enstitülülerin yazın yaşamlarında İkinci dönem olarak kabul ettiğimiz 1960 sonrası dönemde sorunsala parmak basma yanında, sorunsaldan giderek birtakım bileşimlere varma ve yönlendirme de söz konusudur. Bu tavır değişikliğinden dolayıdır ki, önceleri gördüğümüz gözlemsel tipler yerine yönlendirilmiş tiplerle karşılaşırız. Enstitülü yazarları aynı türden ürün verenlerden ayıran önemli bir özellik de sayılı bölge yerine Türkiye'nin her bölgesinden ses, soluk getirmiş olmalarıdır. Buna, "her bölgeden köylünün yoğun olarak edebiyata girmesi" de denebilir. Enstitülü yazarların saptadığımız tüm sanatsal ürünlerini değerlendirme çalışması bu yazının kapsamını aşacaktır. Bu nedenle böyle bir çalışmayı geniş kapsamlı bir esere bırakarak kısa bir listeyle yetinelim: KÖY ENSTİTÜLÜ SANATÇILAR Köy Enstitülü yazarlar şunlardır : Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Dursun Akçam, Behzat Ay, Ali Yüce, Yusuf Ziya Bahadınlı, Ümit Kaftancıoğlu, Selahattin Şimşek, Şevket Yücel, Mahmut Yağmur, Hayrettin Uysal, Hasan Kıyafet, Osman Şahin, Nebi Dadaloğlu, Mahsul Doğan, Recep Bulut, Haşim Kanar, Hazım Zeyrek, Mecit Aşkan, Fehmi Salık, Enver Atılgan, Hüseyin Avni Tatar, Ali Çiçekli, Şerif İken, Mustafa Şanlı, Osman Bolulu, Yusuf Gür, İbrahim Şimşek, İbrahim Osmanoğlu, Kemal Bayram Çukurkavaklı, Mehmt Adem Solak, Hasar Turan, Arif Arslan, Hüseyin Başaran, Refet Özkan, Erol Işık, Ali Dündar, Osman Nuri Poyrazoğlu, Rıfkı Yavaş, Mevlüt Koca, Mehmet Yılmaz, Cesarettin Ates,  Arif Baş, Ali Kemal Gözükara, İbrahim Kuyumcu. SONUÇ: Bugün artık geniş anlamda köyden söz açan yazın-ki biz buna "Köy edebiyatı konusunda güçlü bir kadro ve akım oluşmuştur. Halkının %70'i hala kırsal kesimde yaşayan ve toprakla geçinen bir ülke sanatçılarının DU işlevini normal karşılamak gerekir. Aslında toplumun sorunlarını dert edinmiş devrimci - toplumcu sanatçı İçin başka bir seçenek de söz konusu olamaz. Köy kökenli ise köyü-köylüyü. İşçi sınıfının yaşamını biliyorsa bu sınıfı, daha doğrusu herkes iyi bildiği toplum kesimini verecektir, toplumdaki değişimi de gözden kaçırmaksızın. Onun sorununu onun anlayacağı dille ona ulaştırmak... Karıştırmak bu toprakların dış ve iç derinliklerini... Bilinçaltlarını boşaltmak ve yönlendirerek 'devrimci tavırlı ' kılmak bu insanları. Bu olmalıdır görev. Söyleyeceklerimi şöyle noktalayacağı: Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla, köylünün kendi sınıfının yazarını kendinin yetiştirme olanağı büyük çapta elinden alınmış, ancak yeni bir "devrimci köylü aydınlar kuşağı" nın oluşması önlenememiştir. Köy Enstitüleri'nden bize kalan da bu kadrodur.
Ekleme Tarihi: 16 April 2025 - Wednesday

Köy Enstitüleri ve Edebiyat

1940’lı yılların başı, Hitler neredeyse tüm Avrupa’yı kapsayan cephelerde savaşıyor. Türkiye’nin de savaşa girme ihtimalinden söz ediliyor. Halk gıda ve diğer ihtiyaçlarını ‘vesika’ yardımı ile karşılayabiliyor. Milli gelir büyük oranda azalmış durumda.

İşte bu durumdaki Türkiye’nin koşullarında bile, gelecek nesillerin yetiştirilmesi projesine öncelik verilmiş. Zira Atatürk ülkeyi Türk Gençliğine emanet etmişti ve iyi yetiştirilmeleri gerekiyordu. Bu amaçla da 17 Nisan 1940 tarihinde Köy Enstitüleri Kanunu kabul edilmiştir. Tam 75 yıl önce. İki yıl sonra da sistem, organizasyon ve yöntemlerinin ne olacağı hususunda bir kanun çıkarılmıştır. Ancak bu kanun alışılagelenden farklıdır. Çünkü bu kanun bir yatırım projesine, hatta ve hatta bir fizibilite raporuna benzemektedir.

1940’lı yıllarda ülkedeki okuma-yazma oranı %20 civarında. Tarımda saban dışında alet kullananların sayısı parmak sayısını geçmiyor. Suni gübrenin adı bile duyulmamış. İşte bu durumdaki köylere, şehre tayini çıksın diye yanıp tutuşmayan, çevrenin zanaat imkânlarının gelişmesine katkı koyabilecek, tarımdan anlayan öğretmenler yetiştirmek amacıyla kuruldu Köy Enstitüleri.

Beş yılda 30.000’e yakın öğrenci ile 21 tane Köy Enstitüsü kurulmuş. 1940’lı yılların başındaki öğretmen sayısı bu enstitüler sayesinde iki katından fazla bir seviyeye ulaşmış. Öğretmen sayısındaki artış oranı %55. Bu da Köy Enstitülerinin nasıl bir eğitim imecesi olduğunun göstergesidir.

Köy Enstitüleri hareketiyle, köyden gelen, orada okuyan, yaşayan, yeti şen bir edebiyatçılar kuşağı oluşmuştur. Başka bir söyleyişle enstitülü yazar ve ozanların kişiliğinde köylülük sınıfı yazarını bulmuştur. Edebiyat halklaşmış, H. Âli Yücel' in deyişiyle "köylü, edebiyata kendi girmiştir."

Köy, Anadolu İhtilali’nden sonra politik ve yazınsal düzlemde üzerinde en çok durulan ve tartışılan konu olmuşsa da köy bakış açıları hem politik hem yazınsal düzlemede birbirinden epeyce ayrı niteliktedir. Bu nitelik farkı, daha çok. Konu üzerinde duranların düşünsel farklılıklarından ve köy konusundaki bilgi farklılığından kaynaklanıyor.

1928'lerde Emin Türk Eliçin'in -bir köy ağasının oğlu olmasına karşın - köyünde gördüklerini anlatmasıyla başlayan gerçekçi ve içerden bakış, sayıları az da olsa, toplumcugerçekçilerin çalışmalarıyla sürer ve enstitülü yazarların çıkışıyla iyiden iyiye yoğunlaşır.

ÜRÜNLERİNİN KAYNAĞI

Enstitülü yazarların hemen tamamı köylülük sınıfından gelmedir. Köy den gelen ve yeniden köye dönen Köy Enstitülü, normal olarak çevresini anlatacak ve bu çevre "köy" olacaktır. Bu köy de ya yaşadığı (doğup büyüdüğü) ya da çalıştığı (gezdiği köydür. . . Köy Enstitülü tek tük istisnalar dışında gerek romanla gerek öyküyle gerek anıyla gerek köy ve gezi notuyla gerek şiirle. Gerekse oyunla hemen her zaman köy ve köylü gerçeğini vermiştir.

Enstitülü yazarlar, bunu eylemsel ve düşünsel açıdan kaçınılmaz saymaktadırlar. Söz konusu yazarların konu ya ilişkin görüşleri şu noktalarda odaklaşıyor:

 Yazar, mutlaka iyi bildiği, tanıdığı çevreyi. İnsanları verecektir. Bizim bilincimiz ve bilinçaltımız, içinden çıktığımız sosyal ortamla belenmiştir. Bu bakımdan içinden çıktığımız ortamı vermekten, bu ortamın gerçeklerini dile getirmekten daha doğal bir şey olamaz. . .

Bu, işin eylemsel yanıdır. Bir de işin düşünsel yanı var:

Köylülük, sınıfının okumuşları, eğitim işçileri, aydınları, bir yerde düşünürleri ve sözcüleri olarak yüzyıllar boyunca ezilmiş, horlanmış, sömürülmüş ana kitleyi irkiltmek, uyandırmak, bilinçlendirmek en doğal hakkımız ve görevimizdir.

İşte bu yazarların kendilerine kaynak olarak köyü, köylüyü almalarının ana nedenleri bunlardır. Bunlara "dış etkime" öğesi olarak bir de şu eklenmeli: "Gerçek edebiyat, insanın yaşadığını anlatmasıdır. " (Bu düşünce, sonradan gerçek, canlı, yaşamdan alınan insanların, tiplerin yaşamdan kopup yazınımıza girmesine yol açacaktır.)

Enstitülü yazarların konu kaynağı genellikle köy, köylü olduğundan ve bu kaynak feodal öğelerle iç içelik gösterdiğinden zorunlu olarak ilk etapta feodalizm ve bunun uzantıları hedef alınmıştır.

Enstitülerde okuyanlar genellikle köyün yoksul kesiminden geldiklerinden, doğal olarak feodal unsurlara karşıt düşmüşlerdir. Bu karşıt düşüş de onların güçlüye karşı güçsüzün yanında yer almalarını zorunlu kılmıştır. Bu sınıfsal bilinç, teorikten çok pratik düzlemdedir. Bu nedenle Enstitü dergileriyle verilen ilk ürünlerden başlayarak bunların ezene karşıt bir tavır içine girdikleri görülür.

Ve bu da Konularını kendiliğinden getirmiştir: Ezen (güçlü kesim, ağa) - Ezilen (güçsüz kesim, köylü) ilişkileri üzerinde odaklaşır konular. Buna bağlı olarak ağa baskısı, ağanın resmi vurucu- sindirici gücü jandarma baskısı, köylünün ekonomik düşkünlüğü, eğitim sorunları, beslenme sorunu .dinsel ilişkiler; sağlık sorunları, tarımın makineleşmesinin yol açtığı işsizlik ve göç sorunları, bunların kentteki dirlik mücadeleleri ve nihayet " kurtuluş yolları"...

KONULARIN İŞLENİŞİ

Enstitülü yazarın tavrım birinci etapta, bu okullardaki eğitim yöntemi belirlemiştir. Bu eğitim, temelini üretimden alan," gerçeğe, insana, yurda" dönük bir eğitim yöntemidir.

Burada önemli bir noktayı vurgulamak istiyorum. Bu okullarda," liretimin artımı"ndan yana her türlü ağırlık verilmiştir eğitime. Ancak tüketimden yana aynı gerçekçi titizlik gösterilmemiştir. Başka bir deyişle üretimden yana her şey öğretilmeye çalışılmış, ancak tüketimden yana her şey öğretilmemiştir.

Gerçi denecektir ki öbür eğitim kurumlarında eğitim- öğretim bu doğrultuda mıdır? Kesinlikle değil. Belki bu konuda da en ileri değerde olan, Enstitü terdeki eğitimdir. En azından oradakiler, kendileri üretip kendileri tüketmekle bir pratik kazanmış oluyorlar

Enstitülü yazarların yetişme ve biçimlenmesinde ilk ve en önemli adımlardan biri de Türkçe öğretimi ve yazın çalışmalarıdır. Buraya gelinmişken "okuma ve yazma yöntemi "konusunda oldukça ileri ve tutarlı görüşler getiren ve öğrencilerin yazmaya yönelmelerinde etkin olduğunu sandığım "Köy Enstitüleri Öğretim Programı"nın (I942) Türkçe öğretimine ilişkin ilkelerinden kısaca söz etmek yararlı olacak. Bu ilkeler, Enstitülü yazarların yetişmesinde ve yazma yöntemleri konusunda ipuçları verecektir bize. Türkçe öğretimine ilişkin bazı önemli kural ve öneriler şöyle:

"Amaç: Okumada yazmada ve konuşmada güzellikten çok doğruluk aranmalıdır; esasen güzelliğin ilk şartı doğruluktur; bunu temin etmek sanatkâr yetiştirmenin de en emin yoludur. (...) Hiçbir ders Türkçe dersi kadar zevk, şahsiyet ve ahlâk eğitimine elverişli değildir.

Okuma: Enstitülerde talebenin ders dışındaki okumalarını düzenlemek hem zaruri hem de diğer okullara nispetle daha kolaydır; çünkü talebe ancak kendisine verilen eserleri okuyabileceği gibi her gün öğretmeniyle temas etmek imkânını bulacaktır. (...) Tavsiye edilecek eserler derslerde bahsedilen meselelerle, talebenin iş ve düşünce hayatıyla ilgili olmalıdır.

 Yazma: Yazma çalışmalarında güdülecek amaç, talebenin kendi anlayış ve anlatış özelliklerini muhafaza ederek açık, düzgün ve özentisiz bir ifade ile yazmalarını sağlamak olmalıdır. Köy Ensitüsüne gelen talebe ekseriyetle gördüğünü, düşündüğünü ve bildiğini eksiksiz ve fazlasız anlatmağa o kadar alışkındır ki, bu meziyetlerini korumağa çalışmak başlı başına bir yazı terbiyesi olacaktır; çünkü eksiksiz ve fazlasız ifade, yazı sanatının en üstün mertebesidir."

Bütün bunlara karşılıklı tartışma, toplantı, gezinti, tören ve tiyatro gibi sanatsal uygulamalar da eklenmelidir. Özellikle tiyatro, Enstitülerde önemli bir yer tutar.

Bu uygulamalardan dolayıdır ki, Enstitü çıkışlı sanatçılardan biri olan Fakir Baykurt, "Köy Enstitüsü, sanatta kişiliğimi bulmama, okuma yazmada ilerlememe çok yardım etti" diyor. Yazınsal çalışmaya girmiş birinin konularını işlerken takınacağı tavır, bunların yanında büyük ölçüde yazınsal alanda okuduklarına bağlıdır kuşkusuz Şunu görüyoruz Enstitü yıllarında: Okumaya, yazmaya yönelmiş kişilerin karşısına " klasikler", yerli küçük burjuva ilerici yazarlar, şairler, en ileri düzeyde de Gorki vb. çıkarılmış. Bunlara, Enstitü dergileri aracılığıyla okudukları," birbirlerinin" ürünlerini de eklemek yerinde olur.

Okumaya yazmaya düşkün kişi, yerli toplumcu yazarları, şairleri ancak gizli okuyabilmekte. Yani işin bu yanı rastlantılara kalmış. (Burada, Apaydın'ın, gizli okuyup sevdiği, bağlandığı Nâzım'ı görebilmek için Bursa'ya gidişini anımsıyor insan, ister istemez.)

Enstitülü öğrencinin düşünsel yapısını oluşturan öğeler genellikle böyle. Bu öğrencilere yazdıklarını yayma olanağı tanınmış, Enstitü dergileriyle. Bu, kişileri yazmaya yöneltmede, doğal olarak, büyük bir itici güç oluyor. Ve yazmaya meraklı herkes, şiir ve notlarla gördüklerini, duyduklarını, yaşadıklarını anlatmaya başlıyor. Böylece köy-köylü, önce şiir ve köy notlarıyla, sonra da öykü ve romanla yoğun ve canlı biçimde girmeye başlıyor yazınımıza.

Yukarıdan beri koymaya çalıştığımız nedenlerle Enstitülü, köyün-köylünün gerçeklerini bazen severek, bazen eleştirerek verir. Bu gerçekler verilirken kimi zaman bedenlere inilir, kimi zaman inilmez. Gerçeklerin nedenleriyle verilmesi ve yönlen dirilmesi -bu yönlendirme çokluk toplumcu-gerçekçi bir yönlendirmedir- bakımından son ürünlerin daha yetkin olduğu görülür.

ÜRÜNLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ:

Bu ürünleri önceki benzerlerinden ayıran en önemli özellik tam bilinmeden ya da dıştan gözlenerek değil, doğrudan köylü kesiminden gelenlerce yaratılmasıdır.

Bu ayrıcalıklar, bazı özellikleri-daha doğrusu nitelikleri de birlikte getirmiştir, Bunlar kısaca şöyle özetlenebilir.

Dil özelliği: Geniş anlamda halkı dili, sade, kendiliğinden süslü cümle, kestirme gerçekçi anlatım Enstitülüler aracılığıyla girer yazınımıza. Bu anlatı; köylü diline özgü yalın, açık, sağlam söyleyişi de birlikte getirir.

Bölgesel söyleyiş de en yoğun biçimde enstitülülerle girer yazınımıza özellikle aşırılığa gidilmediği zamanlar bu özellik ürünleri daha inandırıcı, daha çekici kılar. Enstitülüler buradan giderek bir köylünün İstanbullu gibi konuşturulmasını gülünç bulurlar, haklı olarak.

Konu özelliği: Yukarıda da değinildiği gibi yazarın toplumsal durumu, konularını da birlikte getirmiştir. Köyden çıkan, Köy Enstitüsünde okuyan ve yeniden köye dönen enstitülü, doğal olarak gördüklerini izlediklerini yaşadıklarını anlatmıştır. Enstitülüler, kişinin tanımadığı çevreyi işlemekte başarılı olamayacağına inanırlar. Kısaca konularının özünü; a) Köy-köylü yaşamı ve sergilenmesi; b-Köyün, köylünün canlandırılması, uyandırılması yolları oluşturmaktadır.

İşleyiş özelliği: Çıkış kaynakları çokluk izledikleri, algıladıkları sorunlardır. Bir anlamda onların yaptıkları iş, "sorunsal'ı sergileme" işidir, ancak şunu hemen söyleyelim ki, bu daha çok 1960' tan önceki ürünler için söz konusudur. Enstitülülerin yazın yaşamlarında İkinci dönem olarak kabul ettiğimiz 1960 sonrası dönemde sorunsala parmak basma yanında, sorunsaldan giderek birtakım bileşimlere varma ve yönlendirme de söz konusudur. Bu tavır değişikliğinden dolayıdır ki, önceleri gördüğümüz gözlemsel tipler yerine yönlendirilmiş tiplerle karşılaşırız.

Enstitülü yazarları aynı türden ürün verenlerden ayıran önemli bir özellik de sayılı bölge yerine Türkiye'nin her bölgesinden ses, soluk getirmiş olmalarıdır. Buna, "her bölgeden köylünün yoğun olarak edebiyata girmesi" de denebilir.

Enstitülü yazarların saptadığımız tüm sanatsal ürünlerini değerlendirme çalışması bu yazının kapsamını aşacaktır. Bu nedenle böyle bir çalışmayı geniş kapsamlı bir esere bırakarak kısa bir listeyle yetinelim:

KÖY ENSTİTÜLÜ SANATÇILAR

Köy Enstitülü yazarlar şunlardır : Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Dursun Akçam, Behzat Ay, Ali Yüce, Yusuf Ziya Bahadınlı, Ümit Kaftancıoğlu, Selahattin Şimşek, Şevket Yücel, Mahmut Yağmur, Hayrettin Uysal, Hasan Kıyafet, Osman Şahin, Nebi Dadaloğlu, Mahsul Doğan, Recep Bulut, Haşim Kanar, Hazım Zeyrek, Mecit Aşkan, Fehmi Salık, Enver Atılgan, Hüseyin Avni Tatar, Ali Çiçekli, Şerif İken, Mustafa Şanlı, Osman Bolulu, Yusuf Gür, İbrahim Şimşek, İbrahim Osmanoğlu, Kemal Bayram Çukurkavaklı, Mehmt Adem Solak, Hasar Turan, Arif Arslan, Hüseyin Başaran, Refet Özkan, Erol Işık, Ali Dündar, Osman Nuri Poyrazoğlu, Rıfkı Yavaş, Mevlüt Koca, Mehmet Yılmaz, Cesarettin Ates,  Arif Baş, Ali Kemal Gözükara, İbrahim Kuyumcu.

SONUÇ:

Bugün artık geniş anlamda köyden söz açan yazın-ki biz buna "Köy edebiyatı konusunda güçlü bir kadro ve akım oluşmuştur. Halkının %70'i hala kırsal kesimde yaşayan ve toprakla geçinen bir ülke sanatçılarının DU işlevini normal karşılamak gerekir.

Aslında toplumun sorunlarını dert edinmiş devrimci - toplumcu sanatçı İçin başka bir seçenek de söz konusu olamaz. Köy kökenli ise köyü-köylüyü. İşçi sınıfının yaşamını biliyorsa bu sınıfı, daha doğrusu herkes iyi bildiği toplum kesimini verecektir, toplumdaki değişimi de gözden kaçırmaksızın.

Onun sorununu onun anlayacağı dille ona ulaştırmak... Karıştırmak bu toprakların dış ve iç derinliklerini... Bilinçaltlarını boşaltmak ve yönlendirerek 'devrimci tavırlı ' kılmak bu insanları. Bu olmalıdır görev.

Söyleyeceklerimi şöyle noktalayacağı: Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla, köylünün kendi sınıfının yazarını kendinin yetiştirme olanağı büyük çapta elinden alınmış, ancak yeni bir "devrimci köylü aydınlar kuşağı" nın oluşması önlenememiştir. Köy Enstitüleri'nden bize kalan da bu kadrodur.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (3)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Nevzat
(16.04.2025 11:11 - #2885)
Bilincin oluşmasında teoriden çok pratiğin önemi ne güzel anlatılmış. Teşekkürleer. Eğitimimde Mehmet Rauf İnan'dan bu konuyu hatmetmiş bir öğrenci olarak bu teze müptelayım.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Umut Yaşar Abat
(16.04.2025 18:25 - #2901)
Tebrikler arzu hocam teşekkürler
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
MERVE F.
(18.04.2025 10:21 - #2919)
Tebrikler Arzu Hocam çok güzel anlatmışsınız
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.