Devletle, toplumla, kalkınma ve gelişmeyle, sosyal barışla ve huzurlu bir ülkede
yaşamayla alakalı olarak bugün kabus gibi üzerimize çöken sorunlarımızın temelinde
“ATATÜRK’Ü DOĞRU ANLAMA” meselesi yatıyor. Dolayısıyla tüm bu sorunlardan
kurtulmanın yolu da “ATATÜRK’Ü DOĞRU ANLAMA” konusuna daha doğru bir şekilde
yaklaşmamızdan geçiyor.
Atatürk’ün devlete ve topluma bakış açısı neydi? Bu alanlarda neleri hedefliyordu? Bu
hedefler için temel dayanakları neydi? Tüm dünyayı hayrette bırakan mucizevi işleri
başarırken hangi kaynaktan besleniyordu? Yani onu “ATATÜRK” yapan temel dayanağı
neydi? Tüm bu hususlar üzerinde kafa yormadan onu doğru anlamamız mümkün değil.
Bu konular üzerinde kafa yormaksızın sadece Atatürk’ü överek ve yücelterek, onun
hakkında efsaneler dizerek hiçbir yere varamayız. Bu yolla doğru “ATATÜRKÇÜLÜK” yapmış
olmayız. Çünkü; Atatürk’ün bizim övgümüze ve yüceltmemize ihtiyacı yoktur. Yüz yıla
yakındır bu yanlış yolu zorluyoruz. Eğer olabilseydi şimdiye kadar olmuş olması lazımdı.
Demek ki çok yanlış bir yoldayız.
Şimdi yazacaklarıma muhtemelen birileri kızacak ama ben yine de yazmalıyım. Son
zamanlarda garip bir ATATÜRKÇÜLÜK eğilimi gelişti. (Bana sorarsanız; Bu yanlış eğilim bir
yerlerden özellikle besleniyor) Her fırsatta onu anıyoruz. Onun resmi basılı tişörtler giyiyor,
onun resmi basılı kravatlar takıyoruz. İzmir Marşı’nı ve 10. Yıl Marşını hançerelerimizi
patlatırcasına söylüyor, evlerimizim balkonlarını Atatürk resimli Türk Bayraklarıyla donatıyor,
her fırsatta oluk oluk Anıtkabir’e koşuyor ve orada milyonu aşan sayılarımızla övünüyoruz.
Tüm bunları büyük bir coşkuyla yapanlar acaba bir an olsun “ATATÜRK’Ü DOĞRU ANLAMA”
konusunda yukarıda söylediklerime kafa yordular mı?
Cevabı ben vereyim. Bu sorunun cevabı net bir “EVET” olsaydı, bugün bulunduğumuz
noktada olmazdık. Şu garabete bir bakar mısınız Allah Aşkına; Türkiye’nin en Atatürkçü ve en
popüler gazetecisi Atatürk hakkında bir kitap yazıyor. Oldukça hacimli ve iddialı bir kitap.
İnanılmaz, emsali görülmemiş bir reklam kampanyası yürütülüyor. İlk baskıda 1,5 milyon
basılıp, ilk haftada 750 bin satıyor. Beş katlı kitabevlerinin beşinci Katlarında imza günleri
düzenleniyor, sabahın köründe giderek en alt kattan kuyruğa girip, kitaba ulaşmak için tam 5
kat boyunca kuyrukta ilerliyorsunuz ve sizin bu görüntüleriniz kitabın reklam aracı olarak
kullanılıyor.
Kitabın Adı: “M. Kemal”…..! Yazar, Atatürk’le alakalı kitabının kapağına kendi adını
yazmama inceliği gösteriyor ve bunu da reklam olarak kullanıyor ama kitabın adında,
(Türklüğe keskin bir vurgu yapan “ATATÜRK” ibaresi özel bir itinayla yok. Kitabı okumaya
başlıyorsunuz…. Aman Allah’ım, O da ne? Yazar, Atatürk’ün Hititlerle çok yakından
ilgilenmesini, Hititlerde kadına çok değer verilmiş olmasıyla açıklıyor. Yani; Hititler kadına çok
değer verdiği için ve Atatürk de kadınlara değer vermeyi planladığı için Hititleri araştırmış,
öğrenmek istemiş. Yani; bütün sebep ve bütün bağlantı bu!!!
Eğer özel bir kasıt yoksa bir cehalet zirvesiyle karşı karşıyayız. Üstelik kendisinde kitap
yazma yetkinliği görülen bir konuda büyük bir cehalet zirvesi… Dediğim gibi eğer özel bir
kasıtla böyle yapılmamışsa yazar, Atatürk’ün tarih tezinden habersiz. Atatürk’ün, mensubu
olduğu Türk Milleti’ni insanlığın en eski ve pek çok ulusları medenileştiren bir millet olarak
gördüğünü bilmiyor. Hititleri araştırırken Anadolu’daki eski Türk izlerinin peşinde olduğuna
dair bir bilgisi yok. Atatürk’ün tamamen aynı gerekçelerle Sümerlileri, Truvalıları ve Etrüskleri
araştırdığından habersiz…. İşte bütün mesele burada başlıyor…
Atatürk’ün tüm hayatını ve tüm yaptıklarını bir tek temele indirgemek gerekseydi o
temel “TÜRKLÜK” olurdu. Dolayısıyla “TÜRKLÜK” kavramını ve TÜRKLÜK ile bağını ihmal
ederek Atatürk’ü anlayamazsınız. Atatürk’ün yapmayı planladığı ve yaptığı her işin temelinde
bu kavram vardı ve tüm bu işleri başarırken de yine bu kaynaktan besleniyordu. Bunu
anlamamız için daha ne kadar zaman geçmesi gerekiyor? Atatürk’ten, TÜRKLÜK kavramını
çıkarırsanız geriye belki yine de iyi bir lider kalabilir ama asla orada ATATÜRK gibi bir dehayı
bulamazsınız.
Dolayısıyla; Atatürk’ün Hititleri araştırmasında, konunun TÜRKLÜK ile alakalı yanını
bilmeyip veya özellikle saklayıp, bu alakayı sadece “Hititlerin kadına değer vermesiyle”
açıklayan bir zihniyetin, aynı kitabın adında (Türklüğe net bir vurgu yapması sebebiyle)
ATATÜRK’ü ihmal edip, “M.Kemal”e sığınmasında benim açımdan anlaşılmayacak bir şey
yoktur. Ama derin üzüntüm; en başta belirtiğim gibi bugün yaşadığımız sorunların temelinde
“ATATÜRK’Ü DOĞRU ANLAMA” meselesinin yattığını bildiğimiz halde bu tür kitaplarla bu
derin problemimizin beslenmeye bugün de devam ediliyor olmasıdır.