Türkiye, Temmuz 1959’da AET’ye ilk başvurusunu yaptı. Kısa süre sonra da
taraflar arasında bir Ortaklık Anlaşması (1963 Ankara Anlaşması)
imzalandı. Günümüze dek Türkiye-AET/AB ilişkilerinin hukuksal temelini
oluşturan bu anlaşmanın açık hedefi olan Gümrük Birliği 1996’da resmen
yürürlüğe girdi. Öte yandan, 1987’de o zamanki adıyla AET’ye yapılan
“tam üyelik” başvurusu 1999’da kabul edildi ve Türkiye resmen “aday
ülke” oldu. 2004’te alınan katılım müzakerelerine başlama kararı
sonrasında 3 Ekim 2005’te başlayan müzakereler 2016 itibariyle hala
sürmekte.
AB niteliği, yapısı ve hedefleri itibariyle herhangi bir uluslararası
oluşum değil, bir ulus-üstü yapılanma. Birliğin sadece ekonomik, teknik
ve hukuksal değil toplumsal ve hatta siyasal bütünleşme hedefi var. Bu
özelliği de aday ülkelere bakışını büyük ölçüde şekillendirmekte ve
kimin üyeliğe kabul edileceği konusuna diğer uluslararası yapılardan
daha “farklı” yaklaşmasına neden olmakta. Bunu AB’ye üyelik
kriterlerinde görmek de mümkün. Öte yandan, Türkiye ve Avrupa
kamuoylarının da sıklıkla tartıştığı gibi, AB’nin Türkiye’ye diğer aday
ülkelerden “farklı” yaklaştığı da bir sır değil.
Benzer şekilde, Türkiye açısından da AB üyeliği herhangi bir
uluslararası ve hatta ulus-üstü yapıya katılma süreci değil. AB üyeliği
ve hatta üyelik süreci toplumun çok farklı kesimleri tarafından farklı
gerekçelerle de olsa içerideki toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal
tartışmalarda önemli bir yer tutuyor. Öyle ki, üyelik süreciyle ilgili
kritik başvuru ve gelişmeler çok farklı siyasal iktidarlar döneminde
oldu. Üstelik tüm eleştiri ve gerginliklere rağmen üyelik perspektifi de
hep korundu.
Kısacası, Türkiye-AB ilişkilerinin iki taraf için de bir ulus-üstü
yapıya üyeliğin ötesinde anlam taşıdığı söylenebilir. Kuşkusuz AB’nin
üyelerinin doğrudan iç yapısını etkileyen bir ulus-üstü bütünleşme
hareketi olması bunun bir nedeni. Ne var ki, Türkiye’yle AB’nin
birbirlerine bakışının daha farklı boyutları ve hatta derin temelleri
olduğu da açık. Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana
Avrupa/“Batı” ile yaşanan “yoğun etkileşim”le doğrudan ilgili olsa
gerek. Öyle ki, yüzyıllara yayılan ve “komşu” olmanın ötesine geçen
inişli-çıkışlı ilişkiler, tarih anlayışından kimliklerin inşasına,
kültürel konulardan ekonomiye kadar birçok temel konuyu etkilemiş
durumda. Dolayısıyla, Türkiye-AB ilişkilerinin 1959’dan bu yana öyküsünü
ele almak için işe ilişkilerin tarihsel arka planından başlamak en
doğrusu. Zira bu yapılırsa mevcut durum ve hatta ilişkilerin geleceği
ayakları yere basar şekilde analiz edilebilir, anlaşılabilir.
Günümüzde her iki tarafca müzakerelerin sürdürülebilir oldugunu
söyleyemeyiz. Rusya -Ukrayna savaşı "Avrupa Güvenligi" ni gündeme
getirmiş, birligin "Stratejik Otonomi" çalışmaları çerçevesinde Türkiye
ile müzakere edilebilinileceği bazı çeverelerce ifade edilmiş olsa dahi
Avrupa Birligi, kendi "Güvenlik" politikalarını hiçbir güce bağlı
kalmaksızın nasıl çözebilecegi üzerine politik adımlar atmış durumda dır.
21 yy. dünyasının yeni siyasal degerler sistemine ihtiyaç duydugu
kaçınılmaz bir gerçek olarak görülmektedir. Gelecegin, Avrupa Birligine
nasıl bir pozisyon aldıracağı, Türkiye´nin hangi değerler sistemi içinde
olunacagını gelişmeler bize net bir şekilde gösterecektir. Türkiye,
değerlerden uzaklaşan Avrupa ile mi yoluna devam edecek, yoksa sahip
oldugu siyasal ve kültürel değerlerle belirleyecegi farklı bir yöndemi
hareket edecek.
Türkiye´de son günlerde yaşanılan demokratik değerlerin erozyonizmi
Avrupa Birliği ilişkilerinde ciddi sorunlara sebebiyet verebilir.
Erdal Tekin
Siyasal İletişimci / AB Uzmanı.
Anasayfa
Yazarlar
Erdal TEKİN - AB Uzmanı - Siyasal İletişimci
Yazı Detayı
Bu yazı 469+ kez okundu.
Türkiye - AB ilişkilerinin geleceği
Türkiye, Temmuz 1959’da AET’ye ilk başvurusunu yaptı. Kısa süre sonra da
taraflar arasında bir Ortaklık Anlaşması (1963 Ankara Anlaşması)
imzalandı. Günümüze dek Türkiye-AET/AB ilişkilerinin hukuksal temelini
oluşturan bu anlaşmanın açık hedefi olan Gümrük Birliği 1996’da resmen
yürürlüğe girdi. Öte yandan, 1987’de o zamanki adıyla AET’ye yapılan
“tam üyelik” başvurusu 1999’da kabul edildi ve Türkiye resmen “aday
ülke” oldu. 2004’te alınan katılım müzakerelerine başlama kararı
sonrasında 3 Ekim 2005’te başlayan müzakereler 2016 itibariyle hala
sürmekte.
AB niteliği, yapısı ve hedefleri itibariyle herhangi bir uluslararası
oluşum değil, bir ulus-üstü yapılanma. Birliğin sadece ekonomik, teknik
ve hukuksal değil toplumsal ve hatta siyasal bütünleşme hedefi var. Bu
özelliği de aday ülkelere bakışını büyük ölçüde şekillendirmekte ve
kimin üyeliğe kabul edileceği konusuna diğer uluslararası yapılardan
daha “farklı” yaklaşmasına neden olmakta. Bunu AB’ye üyelik
kriterlerinde görmek de mümkün. Öte yandan, Türkiye ve Avrupa
kamuoylarının da sıklıkla tartıştığı gibi, AB’nin Türkiye’ye diğer aday
ülkelerden “farklı” yaklaştığı da bir sır değil.
Benzer şekilde, Türkiye açısından da AB üyeliği herhangi bir
uluslararası ve hatta ulus-üstü yapıya katılma süreci değil. AB üyeliği
ve hatta üyelik süreci toplumun çok farklı kesimleri tarafından farklı
gerekçelerle de olsa içerideki toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal
tartışmalarda önemli bir yer tutuyor. Öyle ki, üyelik süreciyle ilgili
kritik başvuru ve gelişmeler çok farklı siyasal iktidarlar döneminde
oldu. Üstelik tüm eleştiri ve gerginliklere rağmen üyelik perspektifi de
hep korundu.
Kısacası, Türkiye-AB ilişkilerinin iki taraf için de bir ulus-üstü
yapıya üyeliğin ötesinde anlam taşıdığı söylenebilir. Kuşkusuz AB’nin
üyelerinin doğrudan iç yapısını etkileyen bir ulus-üstü bütünleşme
hareketi olması bunun bir nedeni. Ne var ki, Türkiye’yle AB’nin
birbirlerine bakışının daha farklı boyutları ve hatta derin temelleri
olduğu da açık. Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana
Avrupa/“Batı” ile yaşanan “yoğun etkileşim”le doğrudan ilgili olsa
gerek. Öyle ki, yüzyıllara yayılan ve “komşu” olmanın ötesine geçen
inişli-çıkışlı ilişkiler, tarih anlayışından kimliklerin inşasına,
kültürel konulardan ekonomiye kadar birçok temel konuyu etkilemiş
durumda. Dolayısıyla, Türkiye-AB ilişkilerinin 1959’dan bu yana öyküsünü
ele almak için işe ilişkilerin tarihsel arka planından başlamak en
doğrusu. Zira bu yapılırsa mevcut durum ve hatta ilişkilerin geleceği
ayakları yere basar şekilde analiz edilebilir, anlaşılabilir.
Günümüzde her iki tarafca müzakerelerin sürdürülebilir oldugunu
söyleyemeyiz. Rusya -Ukrayna savaşı "Avrupa Güvenligi" ni gündeme
getirmiş, birligin "Stratejik Otonomi" çalışmaları çerçevesinde Türkiye
ile müzakere edilebilinileceği bazı çeverelerce ifade edilmiş olsa dahi
Avrupa Birligi, kendi "Güvenlik" politikalarını hiçbir güce bağlı
kalmaksızın nasıl çözebilecegi üzerine politik adımlar atmış durumda dır.
21 yy. dünyasının yeni siyasal degerler sistemine ihtiyaç duydugu
kaçınılmaz bir gerçek olarak görülmektedir. Gelecegin, Avrupa Birligine
nasıl bir pozisyon aldıracağı, Türkiye´nin hangi değerler sistemi içinde
olunacagını gelişmeler bize net bir şekilde gösterecektir. Türkiye,
değerlerden uzaklaşan Avrupa ile mi yoluna devam edecek, yoksa sahip
oldugu siyasal ve kültürel değerlerle belirleyecegi farklı bir yöndemi
hareket edecek.
Türkiye´de son günlerde yaşanılan demokratik değerlerin erozyonizmi
Avrupa Birliği ilişkilerinde ciddi sorunlara sebebiyet verebilir.
Erdal Tekin
Siyasal İletişimci / AB Uzmanı.
Ekleme
Tarihi: 23 Mart 2025 -Pazar
Türkiye - AB ilişkilerinin geleceği
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.
