Cansel GÜVEN-AES Onursal Başkanı
Köşe Yazarı
Cansel GÜVEN-AES Onursal Başkanı
 

Bu Yeni Nesil Senin Eserin Mi Öğretmenim?

Başöğretmenim Mustafa Kemal Atatürk Ankara’da Muallimler Birliği Kongresi sonrası çaylı bir sohbette “Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” diyeli 99 yıl olmuş. Bu çağın yeni nesli için öğretmenlere “bunlar sizin eseriniz mi” diye sorma olanağımız olsa nasıl yanıt alırdık acaba? Şahsen ve bizzat öğretmen olmak yanında öğretmen yetiştirmiş, hatta örgütlemiş biri olarak bu soruyu meslektaşlarım adına yanıtlama haddini kendimde buluyorum. Öğretmenlerim de cumhuriyetimizin eskimeyen kıdemli öğretmenleri ve yeni nesil öğretmenleri diye ikiye ayrılıyor elbet. Mevlam uzun ömürler versin halen emekte veya emekli olmuş  kıdemli öğretmenler tezgahlarından geçmiş hemen hemen her öğrenci için “evet benim eserim” diyebilir. O öğretmenler sınıfın kapısı kapandığında bırakın veliyi, idareciyi, bakanı bakmayanı reisi cumhuru dahi dışarıda bırakan, öğretme sorumluluğunu yetkisiyle birlikte üstlenen öğretmenlerdi. Mesleğe puan yettiğince değil, ideal olarak yönelmiş, KPSS, alan sınavı, mülakat torpili gibi kaygılar yerine yetkin olmaya odaklanmış, kadro veya geçim endişesi taşımadan “ben devletimin öğretmeniyim, bu çocuklardan ben sorumluyum, onların ihtiyacını ben bilirim, neyi nasıl öğreneceklerine ben karar veririm” diyebilmiştir. Bu yetki yetkinlikten gelir öncelikle, meslek onuruna karşılık gelir, yokluğu felakettir. Felakat oldu. Yeni nesil öğretmenlerimin nasıl yetiştiğine, atandığına, çalıştığına bakmadan kıyas yapmak etik olmaz. Onlara mezun ettiklerinize kefil misiniz diye sormak dahi zor, öğrenciyi öğretmene bırakmadınız ki nicedir. Özel okullaşma, dershane bağımlılığı çeyrek yüzyılın kanseri olmuş, öğrenci merkezli eğitim=öğretmen çöptür seviyesine eşitlenmiş, baş öğretmen, uzman öğretmen, kadrolu dümdüz, sözleşmeli ucuz öğretmen derken açık büfeye malzeme olmuşuz. Meslek bize kalmamış, öğrenciye söz mü geçer? Her bakan ve hatta her öğretim yılıyla reform deyu deyu ders kaldırmış indirmişiz, kitap indirip müfredat kaldırmışız. Seçmeli/dayatmalı derslerle ve değiş tokuş müfredatlarla milleti salak etmişiz. Soralım da bakalım bu yeni nesil kimin eseri ola ki? İktidarın ukdesi kindar dindar mı oldular, teknofest mücahiti oldular da biz mi fark edemedik? Mustafa Kemalin askeri oldular biz mi göremedik? Yerli milli mi oldular, küreselleşen Dünya’da dünyalı mı yazıldılar acaba? Bu yeni nesil nece bir şey, anasına, babasına, öğretmenine, siyasisine yaranamadı ki hala değiştiresimiz var? Bu yeni nesili ben yetiştirdim sonuna kadar da kefilim diyen öğretmen bulamazsınız onu deyivereyim. Bize bırakmadınız efendiler. 24 Kasım münasebetiyle bilirim bırakmazlar, yine kutlayacaklar bizi.  Methiye düzecekler, peygamber mesleği diyecekler. Son birkaç yılın geleneğidir, zaten yapılması gereken atamalar hediye diye sunulacak muhtemelen. Gerçek ihtiyacın çok altında, mülakatlı ve sözleşmeli olsa da, müjde sayılacak.  Teşekkür beklenir bir de, nankörlüğün lüzumu yok!  80 Darbesinden sonra öğretmenler günü olarak kutlanmaya başlanan 24 Kasım’ın özü, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Millet Mektepleri Başöğretmeni oluşudur (1928). 1980’den sonra her yere heykel, her ağıza sakız olan olan Mustafa Kemal’i çiğneye çiğneye eskitmeye çalıştılar. İnsan Atatürk’ü, Lider Atatürk’ü, Öğretmen Atatürk’ü uzak bir yıldız, “gerçek olmayacak denli heykel”, sonsuz uzak bir “şey” e dönüştürdüler. İnsan sevdiğinden bıkarmış, bıkalım istediler herhal. İktidarlar değişti, niyet değişmedi; Atatürk öğretisine bağlılık ve öğretmenlik mesleğine saygı birlikte eksildi, at başı. İki şey netti çünkü: bir milleti sormadan, sorgulamadan tebaa kılmanın yolu Atatürk Öğretisini unutturmak, öğretmenlik mesleğini yozlaştırmaktan geçer. İkisini de amaç edindiler, oldukça da başarılı olundu. Öğretmen yetiştirme politikaları “herkes öğretmen olur” ve “atandığına şükret, sus otur” noktasına bir günde evrilmedi. Yavaş ve istikrarlı, “herhangi birinin yapabileceği işi yapan, herhangi bir memur” olduk. Yurttaş yetiştirenler, atama, tayin, idareci koltuğu, ek ders, ek iş, “aferin” bekler hale bir günde gelmedi. Doğruluğundan emin olmadığın bilgileri, bilimselliğinden şüphe ettiğin yöntemlerle öğretiyormuş gibi yaptın öğretmenim. İyi olursa MEB den, kötü olursa senden sayılıyordu oysa. İtiraz etmedin.  Öğretmen dediğin de eğitim tezgahında dokunur, eğitimimizden çaldılar. Meslek onurunu siyasiler eksiltti belki, sen de gereğince direnmedin ama. İktidara göre bıyığını, alyansının metalini, sendikasını değiştirenler meslektendir. 24 Kasımı Atatürk demeden kutlayan öğretmenler, siyasiler, sendikalar varsa, 24 Kasım sevgililer günü tadında mesajlaşma, hediyeleşme günüyse artık nedeniyiz. Aklıma Nazım’ın “Akrep Gibisin Kardeşim” şiiri düşüyor. Kabahatin büyüğü, omzumu ağırlaştırırken. Geçim ölçeğinde açlık sınırlarından, kaybettiğimiz kadrodan, şiddete uğradığımızdan, eksilen özlük haklarımızdan, itibar kaybımızdan, atanmadığı için intihar edenlerden… bahsetmek mümkündü. İkiyüzlülük gibi geliyor.  Bir yüzü DİĞERLERİ ise diğer yüzü BİZİZ düştüğümüz halin. Yüzleşelim, şikayet etmeye yüzümüz olsun istiyorum. Başöğretmenime duyduğum mahcubiyet de aklımda, mirasını yiye yiye tüketmişiz gibi. Gerçeğini görmek için düz aynaya bakmalı insan. Sen bakmaya cesaret ettiğinde bitecek bu körlük. Başöğretmen Atatürk’le helalleşeceğiz.  Dimağın, günün, geleceğin aydın, aydınlık olsun öğretmenim. Ben hala sana inanıyor, güveniyorum…    
Ekleme Tarihi: 24 Kasım 2023 - Cuma

Bu Yeni Nesil Senin Eserin Mi Öğretmenim?

Başöğretmenim Mustafa Kemal Atatürk Ankara’da Muallimler Birliği Kongresi sonrası çaylı bir sohbette “Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” diyeli 99 yıl olmuş. Bu çağın yeni nesli için öğretmenlere “bunlar sizin eseriniz mi” diye sorma olanağımız olsa nasıl yanıt alırdık acaba?

Şahsen ve bizzat öğretmen olmak yanında öğretmen yetiştirmiş, hatta örgütlemiş biri olarak bu soruyu meslektaşlarım adına yanıtlama haddini kendimde buluyorum. Öğretmenlerim de cumhuriyetimizin eskimeyen kıdemli öğretmenleri ve yeni nesil öğretmenleri diye ikiye ayrılıyor elbet.

Mevlam uzun ömürler versin halen emekte veya emekli olmuş  kıdemli öğretmenler tezgahlarından geçmiş hemen hemen her öğrenci için “evet benim eserim” diyebilir. O öğretmenler sınıfın kapısı kapandığında bırakın veliyi, idareciyi, bakanı bakmayanı reisi cumhuru dahi dışarıda bırakan, öğretme sorumluluğunu yetkisiyle birlikte üstlenen öğretmenlerdi. Mesleğe puan yettiğince değil, ideal olarak yönelmiş, KPSS, alan sınavı, mülakat torpili gibi kaygılar yerine yetkin olmaya odaklanmış, kadro veya geçim endişesi taşımadan “ben devletimin öğretmeniyim, bu çocuklardan ben sorumluyum, onların ihtiyacını ben bilirim, neyi nasıl öğreneceklerine ben karar veririm” diyebilmiştir. Bu yetki yetkinlikten gelir öncelikle, meslek onuruna karşılık gelir, yokluğu felakettir. Felakat oldu.

Yeni nesil öğretmenlerimin nasıl yetiştiğine, atandığına, çalıştığına bakmadan kıyas yapmak etik olmaz. Onlara mezun ettiklerinize kefil misiniz diye sormak dahi zor, öğrenciyi öğretmene bırakmadınız ki nicedir. Özel okullaşma, dershane bağımlılığı çeyrek yüzyılın kanseri olmuş, öğrenci merkezli eğitim=öğretmen çöptür seviyesine eşitlenmiş, baş öğretmen, uzman öğretmen, kadrolu dümdüz, sözleşmeli ucuz öğretmen derken açık büfeye malzeme olmuşuz. Meslek bize kalmamış, öğrenciye söz mü geçer? Her bakan ve hatta her öğretim yılıyla reform deyu deyu ders kaldırmış indirmişiz, kitap indirip müfredat kaldırmışız. Seçmeli/dayatmalı derslerle ve değiş tokuş müfredatlarla milleti salak etmişiz. Soralım da bakalım bu yeni nesil kimin eseri ola ki?

İktidarın ukdesi kindar dindar mı oldular, teknofest mücahiti oldular da biz mi fark edemedik? Mustafa Kemalin askeri oldular biz mi göremedik? Yerli milli mi oldular, küreselleşen Dünya’da dünyalı mı yazıldılar acaba? Bu yeni nesil nece bir şey, anasına, babasına, öğretmenine, siyasisine yaranamadı ki hala değiştiresimiz var? Bu yeni nesili ben yetiştirdim sonuna kadar da kefilim diyen öğretmen bulamazsınız onu deyivereyim. Bize bırakmadınız efendiler.

24 Kasım münasebetiyle bilirim bırakmazlar, yine kutlayacaklar bizi.  Methiye düzecekler, peygamber mesleği diyecekler. Son birkaç yılın geleneğidir, zaten yapılması gereken atamalar hediye diye sunulacak muhtemelen. Gerçek ihtiyacın çok altında, mülakatlı ve sözleşmeli olsa da, müjde sayılacak.  Teşekkür beklenir bir de, nankörlüğün lüzumu yok! 

80 Darbesinden sonra öğretmenler günü olarak kutlanmaya başlanan 24 Kasım’ın özü, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Millet Mektepleri Başöğretmeni oluşudur (1928). 1980’den sonra her yere heykel, her ağıza sakız olan olan Mustafa Kemal’i çiğneye çiğneye eskitmeye çalıştılar. İnsan Atatürk’ü, Lider Atatürk’ü, Öğretmen Atatürk’ü uzak bir yıldız, “gerçek olmayacak denli heykel”, sonsuz uzak bir “şey” e dönüştürdüler. İnsan sevdiğinden bıkarmış, bıkalım istediler herhal.

İktidarlar değişti, niyet değişmedi; Atatürk öğretisine bağlılık ve öğretmenlik mesleğine saygı birlikte eksildi, at başı. İki şey netti çünkü: bir milleti sormadan, sorgulamadan tebaa kılmanın yolu Atatürk Öğretisini unutturmak, öğretmenlik mesleğini yozlaştırmaktan geçer. İkisini de amaç edindiler, oldukça da başarılı olundu.

Öğretmen yetiştirme politikaları “herkes öğretmen olur” ve “atandığına şükret, sus otur” noktasına bir günde evrilmedi. Yavaş ve istikrarlı, “herhangi birinin yapabileceği işi yapan, herhangi bir memur” olduk.

Yurttaş yetiştirenler, atama, tayin, idareci koltuğu, ek ders, ek iş, “aferin” bekler hale bir günde gelmedi. Doğruluğundan emin olmadığın bilgileri, bilimselliğinden şüphe ettiğin yöntemlerle öğretiyormuş gibi yaptın öğretmenim. İyi olursa MEB den, kötü olursa senden sayılıyordu oysa. İtiraz etmedin. 

Öğretmen dediğin de eğitim tezgahında dokunur, eğitimimizden çaldılar. Meslek onurunu siyasiler eksiltti belki, sen de gereğince direnmedin ama. İktidara göre bıyığını, alyansının metalini, sendikasını değiştirenler meslektendir.

24 Kasımı Atatürk demeden kutlayan öğretmenler, siyasiler, sendikalar varsa, 24 Kasım sevgililer günü tadında mesajlaşma, hediyeleşme günüyse artık nedeniyiz. Aklıma Nazım’ın “Akrep Gibisin Kardeşim” şiiri düşüyor. Kabahatin büyüğü, omzumu ağırlaştırırken.

Geçim ölçeğinde açlık sınırlarından, kaybettiğimiz kadrodan, şiddete uğradığımızdan, eksilen özlük haklarımızdan, itibar kaybımızdan, atanmadığı için intihar edenlerden… bahsetmek mümkündü. İkiyüzlülük gibi geliyor. 

Bir yüzü DİĞERLERİ ise diğer yüzü BİZİZ düştüğümüz halin. Yüzleşelim, şikayet etmeye yüzümüz olsun istiyorum. Başöğretmenime duyduğum mahcubiyet de aklımda, mirasını yiye yiye tüketmişiz gibi.

Gerçeğini görmek için düz aynaya bakmalı insan. Sen bakmaya cesaret ettiğinde bitecek bu körlük. Başöğretmen Atatürk’le helalleşeceğiz. 

Dimağın, günün, geleceğin aydın, aydınlık olsun öğretmenim. Ben hala sana inanıyor, güveniyorum…

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
orhan topkaya
(24.11.2023 19:19 - #483)
Yeni nesil gençliğin Cumhuriyete ve onun değerlerine sahip çıkacağı ümidini hala içimde taşımaya devam ediyorum.kaleminize sağlık.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.