Tutucu, gerici ve fanatik zihniyetler, kültür savaşları üzerinden bireyi, toplumu ve devleti yönetmeye ve kontrol etmeye çalışırlar. Tutucu, gerici ve fanatik zihniyetler, cinsellik, cinsiyet, evlilik, din ve milliyet üzerinden sosyal ve sivil hayatımızı şekillendirmek ve yönetmek için yoğun bir çaba içindedirler. Aile ve cinsellik hakkında klişe vaazlar vermenin dışında hiçbir söyleyecek sözü olmayan köhnemiş tutuculuk, kendisinden farklı düşünenleri de gene aile ve ahlak adına bastırabilmekte vesindirebilmektedir. Otoriteryanizm, totaliteryanizm ve despotizm, cinsellik, aile ve evlilik üzerinde kurduğu tahakkümle başlar.
Derin bir kültürel kriz ve çöküş yaşıyoruz. Kadına yönelik şiddet, çocuklara yönelik şiddet ve tacizler, okumayan çocuklar, niteliksiz diplomalılar ordusu, insan sermayesinin kıtlığı ve cehaletin hikmet ve hakikat sanan aptallaştırma sonucu birey ve toplum olamayan güruhlar, yaşanılan kültürel çöküşün yıkıcı sonuçlarıdırlar.
Ailenin kutsallığına, cinsel sapkınlıklara, ahlaki ve dini yozlaşmaya sürekli olarak vurgu yapan tutuculuk, gericilik ve fanatizm, hiçbir şekilde bireysel özgürlüğe ve bireysel sorumluluğa vurgu yapmamaktadır. Bireysel sorumluluğun ve özgürlüğün olduğu bir kültürde ve toplumda, aktif bir sivil toplum, manevi ve ahlaki ilişkiler mümkündür. Bireysel sorumluluk ve bireysel özgürlük olmadan kültürel yenilenme ve diriliş mümkün değildir. Kültür alanında tutuculuğa, kapalılığa ve fanatizme değil, özgürlüğe, açıklığa, yeniliğe ve sorumluluğa ihtiyaç vardır.
Tutuculuk, gericilik ve fanatizmin kültür alanında söyleyeceği ve yenileyeceği hiçbir şey yoktur. Tutuculuk ve gericilik, edebiyat üretemez, müzik yapamaz, resim yapamaz, tiyatro ortaya koyamaz, sinema yapamaz. Gericilik ve tutuculuk, taklit, itaat, tekrar, kapalılık, gelenekçilik, sapıklık, ahlakçılık, otoriterlik gibi kavramlar üzerinden kültüre yaklaşmaktadır ve kendi hayat tarzını dayatmaktadır. Gericilik ve tutuculuk, kültürü, aileyi ve geleneği kullanarak toplumu birleştirmemekte, fakat bölmektedir. Gerici ve tutucu fikirlerin ve ideallerin hiçbiri, çözüm ve çıkış yolu değildir. Sosyal, entelektüel ve kültürel sorunların ve açmazların çözümünde güçlü fikirler, özgürlük, akıl, birey ve çoğulculuktur. Tutuculuğun otoriter zihniyeti yerine toplumsal ve kültğrel hayatta egemen olması gereken dil ve vizyon, özgürlük dili ve vizyonudur.
Toplumun çekirdeğinin aile olduğu vurgulanarak aile kutsallaştırılmakta ve tartışılmaz hale getirilmektedir. Aile değerleri maskesini kullanmanın kendi ideolojilerini ve inançlarını doğal bir şekilde haklı, doğru ve üstün kıldığını sanan tutucu zihniyet sahipleri, kendilerini daha ahlaklı ve erdemli kişiler olarak vehmetmekte ve kendilerine göre topluma ahlaklı bir aile yaşantısını dayatmayı kendi hakları olarak görmektedirler. Her çocuğun anne ve babasıyla büyümesinin önemi üzerinde durularak aile ve evlilik, tutucu nitelikte bir kamu ve sosyal politikasına dönüştürülmektedir. Anne-babanın çocuğun yetiştirilmesi ve eğitimi üzerindeki gücü arttırılarak tam bir kontrol mekanizması kurulmaktadır.
Aileden sonra toplumsal hayat üzerinde kontrolü sağlamanın mekanizması olarak din kullanılmaktadır. Tutucu ve fanatik zihniyetler, dine inanç özgürlüğü ve çoğulculuğu açısından bakmamaktadırlar. Tutuculuk, dinin sosyal ve siyasal hayatta merkezi role, güce ve işleve sahip olmasını savunmaktadır. Otoriter tutuculuğa göre toplumsal ve siyasal hayatın asli referansı din olmalıdır. Sağlıklı bir demokratik sivil toplumda dine ve dindarlığa yer ve gerek vardır. Ancak dinin dinbazlığa, dindarın dinpereste dönüşmesi, dinin ve dindar bireyin, laik demokratik sivil toplum içinde varolmasını imkânsız kılmaktadır. Dindar birey, dinini ve inancını yaşarken aynı zamanda din ve devletin, ibadetin ve siyasetin, akıl ve naklin birbirinden ayrı tutulması gerektiği ilkesine bağlılığını sürdürmelidir. Devlet laik olduğu gibi, birey de laik olmalıdır. Laik devlet, laik birey ve laik toplumun olduğu yerde olur. Laik birey, din ve devletin, ibadet ve siyasetin birbirinden ayrı olduğunu, dinin devleti, siyaseti ve hukuku yönetmemesi gerektiğini benimseyen ve içselleştiren bireydir. Kültürel hayatta karşılaşılan sorunların ve krizlerin çözüm merkezi din, devlet ve siyaset değildir. Kültürel hayat, bireysel özgürlükle, bireysel sorumlulukla ve bireysel tercihle şekillenecek bir alandır.
Tutuculuk ve gericilik, sürekli olarak dini ve ailevi değerlerden söz etmekte, aile ve dini değerlerde zayıflamanın dinin ve ailenin elden gitmesi olarak sunmaktadır. Anne-babanın çocuğunu desteklemesi, dinin toplumun gelişimine katkı sunması mutlaka yararlıdır ve gereklidir. Aileyi ve dini kullanara ebeveynler üzerinden çocuğun bireysel, zihinsel ve sosyal gelişimini kontrol etmek, yönetmek ve yönlendirmek, çocuğun sağlıksız, verimsiz ve mutsuz bir kişilik kazanmasına yol açmaktadır. Aile, din ve anne-baba, çocuğun mutsuzluğunun ve başarısızlığının kaynağı haline getirilmemelidir.
Çocukların büyütülmesinden ve yetiştirilmesinden anne-baba sorumludur. Herkesi herkesin ailesinden ve çocuklarından sorumlu tuttuğunu sanan, ancak herkesi sorumsuz kılan köylü ve kabilevi zihniyetin, çocuğa, aileye ve toplumsal birlikteliğe hiçbir katkısı bulunmamaktadır. Aile, çocuk, cinsellik gibi çok özel ve sivil konularda esas alınması gereken bireysel sorumluluktur. Çocuğun yetiştirilmesi, cinsellik ve aile, bireyin sorumluluğundadır, hükümetlerin sorumluluğunda değildir. Hükümetler, kendilerini aile ve ahlak alanına kayyum olarak atamamalıdırlar. Bireysel sorumluluk duygusu, duyarlılığı ve düşüncesinin olmadığı yerde ailede, özgürlükde, ahlakda ve huzurda yoktur. Modern bir toplumda herkes kendi hayatından, çocuklarından ve ilişkilerinden bireysel olarak sorumludur.
Tutuculuk ve gericilik, aile ve cinselliği kullanarak kendi sosyal mühendislik projesini hayata geçirmektedir. Aile değerleri ve ahlak gibi kavramlar kullanılarak bireysel özgürlüğün ve sorumluluğun önemsizleştirilmesi ve işlevsizleştirilmesi, toplumlarda ailenin ve ahlakın daha hızlı bir şekilde zayıflamasına ve işlevsizleşmesine yol açmaktadır. Bireysel özgürlüğe ve sorumluluğa değer veren bir kültürel atmosferin oluşturulması, modern, özgür, rasyonel, barışçıl ve çoğulcu bir toplumsal hayatın olmazsa olmazıdır.