Prof. Dr. Bilal SAMBUR - Akademisyen - Araştırmacı - Yazar
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Bilal SAMBUR - Akademisyen - Araştırmacı - Yazar
 

İNSANLIĞA VE DOĞAYA SIĞMA VE SIĞINMA

 “Haklısın insanın mal olmaması lazım ama oluyor işte. Ve sen bunu ancak şimdi, yani bıçak kemiğe dayanınca düşünebildin. İğne etine saplanınca...” Orhan Kemal Haziran sıcağının kavurduğu bir gecenin ortasındayım. Parıldayan gökyüzünün altında, önümde uzanan uçsuz bucaksız ovada,  kuş cıvıltılarıyla dolu ormandan gelen doğanın müziğini dinleyerek  insanlığı, uygarlığı ve barbarlığı düşünüyorum. Hazirana teşekkür ediyorum.Gecenin bu vaktinde gökyüzü, aydınlık ve  özgürlük dolu olarak gülümsüyor bana. İçimde açtığı çiçeklerle ,ruhumdan akan nehirlerin oluşturduğu denizlerle  varlığımı düşlerle  dolduran ve taşıran  hazirana teşekkür ediyorum. Haziranın  neşesi ve coşkusu,  yarattığı doyumsuz yaşama coşkusuyla  beni yaşamın  ve doğanın sarhoşu haline getiriyor. Haziran sarhoşluğu, hayatın sarhoşluğudur.Fanatizmlerin, ayırımcılıkların ve şiddetin  hukuku, barışı ve özgürlüğü kirlettiği, kararttığı ve kanattığı uygarlığı düşünüyorum. Barbarlığın  korkunçluğu ve karanlığı karşısında  haziran sıcağında duygularım, düşlerim ve düşüncelerim  üşüyor. Bedenimi ve ruhumu   dayanılmaz bir üşüme ve titreme sarıyor. Barbarlık ve vahşet,  haziranı bile üşütebilir. İnsana ve doğaya sığmayınca ve sığınamayınca  vahşet başlar. Bütün  hukuksuzluklar, kölelikler, çatışmalar ve çürümeler, insanın insana ve doğaya sığmamasının ve sığınamamasının meyveleridir. Kendilerini insana ve doğaya sığdıramayanlar, doğayı, hayvanları ve insanları  yok ederler.Düşlerinde ve duygularında   insandan, canlılardan ve doğadan hiçbir ilham  almayan  şuursuz kişiler, sözcüklere şiir yazdıramazlar. Duyarsız, duygusuz ve düşüncesiz insanlar, hayvanları, sözcükleri, ağaçları, kuşları kendi sefil ve vahşi arzularına ve inançlarına  feda ederler. İnsanı, hayvanları, canlıları ve doğayı şeyleştirdiğimiz zaman, onları  yok ederiz, feda ederiz. Doğayı, hayvanları ve canlıları feda ettiğimizde çok yüce  erdemli bir davranış yaptığımız yanılgısı içinde hareket ederiz,  kendimizi  daha iyi  insan olduğumuz yalanıyla avuturuz. Aslında yaptığımız    daha fazla barbarlık ve vahşilikten başka bir şey  değildir. Haziran sıcağında  bedenlerimizin ve ruhlarımızın üşümesinin ve titremesinin nedeni,  sonu gelmeyen barbarlığımız, kendimizi yere göğe sığdırmayan saplantılarımız ve sapkınlıklarımızdır.Doğayı ve insanlığı şey olarak görmeyen  bir idrak düzeyine ulaşmadıkça sahici anlamda medeni insanlar olmak mümkün değildir. Kendini yere göğe sığdırmayan, insana ve doğaya karşı taşkınlık yapmaktan başka  bir   şey  yapmayan insanların, kendi karanlık ve kirli taraflarıyla yüzleşmeleri, insana ve doğaya sığınmanın yolunu bulmak için   yalanla yozlaşmak yerine    insanlık ve doğada yanarak   olgunlaşmaya ve gelişmeye  ihtiyaçları vardır. 3 Haziran 1963 Tarihinde hayata veda eden Nazım Hikmet’i hatırlıyorum. Doğayı, insanı ve insanlığı   şey olarak görmemekte, doğayı ve insanlığı  şiirle ve sözle anlatmayı sürdürmektedir. Nazım, şiir ve şuuru birbirinden ayırdetmemektedir. Şiir ve şuur, doğaya ve insanlığa sığmanın ve sığınmanın gerçekleşmesi için birlikte varolmalıdırlar. Şuur ve şiir, doğaya ve insanlığa bizi sığdırmalıdır.İnsanı  insana ve doğaya sığdıran büyük olgunlukla konuşan, insanın hayatını ve hareketini  cehaletle, vahşetle ve ataletle dolduran  zihniyete karşı  haziran sıcaklığı   ve sarmalayışı tadında Nazım, şunları yazmaktadır. “O duvar o duvarınız,  vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir hülyanın gönlü yakısındandır./O yalnız tarihin o durdurulmaz akışındandır./Bize karşı koyanlar, karşı koymuş demektir:/Maddede hareketin, yürüyen cemiyetin ezelî kanunlarına./Sükun yok, hareket var, bugün yarına çıkar, yarın bugünü yıkar, ve durmadan akar, akar, akar./Biz bugünün kahramanı,yarının münadisiyiz./Biz durmadan akan, yıkıp yapan  akışın çizgilenmiş sesiyiz./Biz, adımlarını tarihin akışına uyduran temelleri çöken emperyalizme vuran, yarını kuranlarız./O duvar, o duvarınız,  vız gelir bize vız!”Haziran, duvarsız yaşamanın kendisidir. Nazım Hikmet ve Gorki okuduğu için hapis yatan Ahmet Arif ‘in(23 Nisan 1923-2 Haziran 1991),Unutamadığım  şiiri  geliyor aklıma.  “Açardın, Yalnızlığımda Mavi ve yeşil,Açardın./Tavşan kanı, kınalı - berrak./Yenerdim acıları, kahpelikleri.../Gitmek, Gözlerinde gitmek sürgüne.Yatmak, Gözlerinde yatmak zindanı Gözlerin hani?/ 'To be or not to be' değil. 'Cogito ergo sum' hiç değil.../Asıl iş, anlamak kaçınılmaz'ı,Durdurulmaz çığı, Sonsuz akımı./ İçmek, Gözlerinde içmek ayışığını. Varmak, Gözlerinde varmak can tılsımına. Gözlerin hani?/Canımın gizlisinde bir can idin ki Kan değil sevdamız akardı geceye, Sıktıkça cellad, Kemendi... Duymak, Gözlerinde duymak üç - ağaçları/Susmak, Gözlerinde susmak, Ustura gibi... Gözlerin hani?”Varlığımızın  derinliklerini  diğer insanın gözlerinde, suskunluğunda ve sözlerinde arayan,  vahşetin kementlerine karşı  sevdayı gecenin akışında, ayışığını  gözlerde içerek arayan  sahici bir şiiri ve şuuru, haziran sıcaklığında  kahvem eşliğinde hissediyorum. “İnsan dediğin insanların uğruna canını feda etmeli, edemedi mi, kalabalık etmemeli dünyamıza!” diyen Orhan Kemal’in (15 Eylül 1914-4 Haziran 1970) sözleri  aklımı darmadağın ediyor. İnsanlığa, dünyaya ve doğaya sığma ve sığınma olgunluğu bu kadarmı güzel anlatılır diye düşünüyorm.Haziran gecesinde Orhan Kemal’in insanı doğaya sığdıran  özgür bir kuşa dönüşme arzusu  bütün varlığıma çöküyor. “Adam kuş olmalı diyorum, bildiğin kuş. Kanatlı. Uçmalı bir güzel. İstediği yere...”    
Ekleme Tarihi: 06 June 2025 - Friday

İNSANLIĞA VE DOĞAYA SIĞMA VE SIĞINMA

 “Haklısın insanın mal olmaması lazım ama oluyor işte. Ve sen bunu ancak şimdi, yani bıçak kemiğe dayanınca düşünebildin. İğne etine saplanınca...” Orhan Kemal

Haziran sıcağının kavurduğu bir gecenin ortasındayım. Parıldayan gökyüzünün altında, önümde uzanan uçsuz bucaksız ovada,  kuş cıvıltılarıyla dolu ormandan gelen doğanın müziğini dinleyerek  insanlığı, uygarlığı ve barbarlığı düşünüyorum. Hazirana teşekkür ediyorum.Gecenin bu vaktinde gökyüzü, aydınlık ve  özgürlük dolu olarak gülümsüyor bana. İçimde açtığı çiçeklerle ,ruhumdan akan nehirlerin oluşturduğu denizlerle  varlığımı düşlerle  dolduran ve taşıran  hazirana teşekkür ediyorum. Haziranın  neşesi ve coşkusu,  yarattığı doyumsuz yaşama coşkusuyla  beni yaşamın  ve doğanın sarhoşu haline getiriyor. Haziran sarhoşluğu, hayatın sarhoşluğudur.Fanatizmlerin, ayırımcılıkların ve şiddetin  hukuku, barışı ve özgürlüğü kirlettiği, kararttığı ve kanattığı uygarlığı düşünüyorum. Barbarlığın  korkunçluğu ve karanlığı karşısında  haziran sıcağında duygularım, düşlerim ve düşüncelerim  üşüyor. Bedenimi ve ruhumu   dayanılmaz bir üşüme ve titreme sarıyor. Barbarlık ve vahşet,  haziranı bile üşütebilir.

İnsana ve doğaya sığmayınca ve sığınamayınca  vahşet başlar. Bütün  hukuksuzluklar, kölelikler, çatışmalar ve çürümeler, insanın insana ve doğaya sığmamasının ve sığınamamasının meyveleridir. Kendilerini insana ve doğaya sığdıramayanlar, doğayı, hayvanları ve insanları  yok ederler.Düşlerinde ve duygularında   insandan, canlılardan ve doğadan hiçbir ilham  almayan  şuursuz kişiler, sözcüklere şiir yazdıramazlar. Duyarsız, duygusuz ve düşüncesiz insanlar, hayvanları, sözcükleri, ağaçları, kuşları kendi sefil ve vahşi arzularına ve inançlarına  feda ederler.

İnsanı, hayvanları, canlıları ve doğayı şeyleştirdiğimiz zaman, onları  yok ederiz, feda ederiz. Doğayı, hayvanları ve canlıları feda ettiğimizde çok yüce  erdemli bir davranış yaptığımız yanılgısı içinde hareket ederiz,  kendimizi  daha iyi  insan olduğumuz yalanıyla avuturuz. Aslında yaptığımız    daha fazla barbarlık ve vahşilikten başka bir şey  değildir. Haziran sıcağında  bedenlerimizin ve ruhlarımızın üşümesinin ve titremesinin nedeni,  sonu gelmeyen barbarlığımız, kendimizi yere göğe sığdırmayan saplantılarımız ve sapkınlıklarımızdır.Doğayı ve insanlığı şey olarak görmeyen  bir idrak düzeyine ulaşmadıkça sahici anlamda medeni insanlar olmak mümkün değildir. Kendini yere göğe sığdırmayan, insana ve doğaya karşı taşkınlık yapmaktan başka  bir   şey  yapmayan insanların, kendi karanlık ve kirli taraflarıyla yüzleşmeleri, insana ve doğaya sığınmanın yolunu bulmak için   yalanla yozlaşmak yerine    insanlık ve doğada yanarak   olgunlaşmaya ve gelişmeye  ihtiyaçları vardır.

3 Haziran 1963 Tarihinde hayata veda eden Nazım Hikmet’i hatırlıyorum. Doğayı, insanı ve insanlığı   şey olarak görmemekte, doğayı ve insanlığı  şiirle ve sözle anlatmayı sürdürmektedir. Nazım, şiir ve şuuru birbirinden ayırdetmemektedir. Şiir ve şuur, doğaya ve insanlığa sığmanın ve sığınmanın gerçekleşmesi için birlikte varolmalıdırlar. Şuur ve şiir, doğaya ve insanlığa bizi sığdırmalıdır.İnsanı  insana ve doğaya sığdıran büyük olgunlukla konuşan, insanın hayatını ve hareketini  cehaletle, vahşetle ve ataletle dolduran  zihniyete karşı  haziran sıcaklığı   ve sarmalayışı tadında Nazım, şunları yazmaktadır. “O duvar o duvarınız,  vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir hülyanın gönlü yakısındandır./O yalnız tarihin o durdurulmaz akışındandır./Bize karşı koyanlar, karşı koymuş demektir:/Maddede hareketin, yürüyen cemiyetin ezelî kanunlarına./Sükun yok, hareket var, bugün yarına çıkar, yarın bugünü yıkar, ve durmadan akar, akar, akar./Biz bugünün kahramanı,yarının münadisiyiz./Biz durmadan akan, yıkıp yapan  akışın çizgilenmiş sesiyiz./Biz, adımlarını tarihin akışına uyduran temelleri çöken emperyalizme vuran, yarını kuranlarız./O duvar, o duvarınız,  vız gelir bize vız!”Haziran, duvarsız yaşamanın kendisidir.

Nazım Hikmet ve Gorki okuduğu için hapis yatan Ahmet Arif ‘in(23 Nisan 1923-2 Haziran 1991),Unutamadığım  şiiri  geliyor aklıma.  “Açardın, Yalnızlığımda Mavi ve yeşil,Açardın./Tavşan kanı, kınalı - berrak./Yenerdim acıları, kahpelikleri.../Gitmek, Gözlerinde gitmek sürgüne.Yatmak, Gözlerinde yatmak zindanı Gözlerin hani?/ 'To be or not to be' değil. 'Cogito ergo sum' hiç değil.../Asıl iş, anlamak kaçınılmaz'ı,Durdurulmaz çığı, Sonsuz akımı./ İçmek, Gözlerinde içmek ayışığını. Varmak, Gözlerinde varmak can tılsımına. Gözlerin hani?/Canımın gizlisinde bir can idin ki Kan değil sevdamız akardı geceye, Sıktıkça cellad, Kemendi... Duymak, Gözlerinde duymak üç - ağaçları/Susmak, Gözlerinde susmak, Ustura gibi... Gözlerin hani?”Varlığımızın  derinliklerini  diğer insanın gözlerinde, suskunluğunda ve sözlerinde arayan,  vahşetin kementlerine karşı  sevdayı gecenin akışında, ayışığını  gözlerde içerek arayan  sahici bir şiiri ve şuuru, haziran sıcaklığında  kahvem eşliğinde hissediyorum.

“İnsan dediğin insanların uğruna canını feda etmeli, edemedi mi, kalabalık etmemeli dünyamıza!” diyen Orhan Kemal’in (15 Eylül 1914-4 Haziran 1970) sözleri  aklımı darmadağın ediyor. İnsanlığa, dünyaya ve doğaya sığma ve sığınma olgunluğu bu kadarmı güzel anlatılır diye düşünüyorm.Haziran gecesinde Orhan Kemal’in insanı doğaya sığdıran  özgür bir kuşa dönüşme arzusu  bütün varlığıma çöküyor. “Adam kuş olmalı diyorum, bildiğin kuş. Kanatlı. Uçmalı bir güzel. İstediği yere...”

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.