Bir önceki yazımızda tarih içinde astronominin gelişmesi anlatılmış ve söz uzay çağına getirilmişti. Büyük Patlama evren modeline geçmeden önce bu gelişmelere göz atmak yerinde olur.
Bugün, Güneş Sisteminin diğer üyelerine yapay uydular gönderilmekte, gezegenler, ay, kuyruklu yıldızlar ve asteroidlerle ilgili veri toplanmakta, fiziksel özellikleri dışında kimyasal yapıları ve yapı taşları araştırılmaktadır. Uzay madenciliği alt yapısı oluşturulmaktadır. Gezegenlerde veya onların aylarında canlı yaşamın olup olmadığı araştırmaları doğrudan yapılmaktadır.
Ulusal ve uluslararası haberleşmede, yer altı ve yer üstü doğal kaynakların saptanmasında, haritacılıkta, hava tahminlerinde, büyük şehirlerdeki trafik akışının takibinde ve evrenin sırlarını anlamada ve bilinmeyen yönlerini keşfetmede, yapay uydulardan yararlanılmaktadır. Bunların dışında, yapay uyduların askeri amaçla ve her türlü casuslukta yoğun bir şekilde kullanıldığı bilinmektedir.
Yukarda sayılanların tümü astronomi ve uzay bilimleri alanındaki temel araştırmaların bir yan ürünü olarak ortaya çıkan uygulamalardır. Zaten temel bilim ile teknoloji insanın iki bacağı gibidir. Bazen birisi önde, bazen diğeri öndedir. İlerlemenin olması için ikisinin de beraber yürümesi şarttır.
Bilimsel Araştırma Amaçlı Uzay programları veya Uzay Gözlemevleri; yıldızlar, gökadalar (galaksiler) ve tüm evren hakkında, atmosferin engellemesi nedeniyle, yerden elde edemediğimiz bilgileri Yer atmosferi dışına çıkarak elde etmek ve evreni anlamaya çalışmak amacıyla, hazırlanmakta ve kurulmaktadır. Bu araştırmalardan kısa vadeli kazanç veya çıkar beklenmemelidir. Temel araştırmalar yapılmadan ve uzayı tam anlamıyla çözmeden uzay teknolojisiyle yeni keşifler mümkün değildir.
Uzay programları ve Yer atmosferi dışından uzayı gözleme çabaları 1960 lı yıllarda etkin olarak başlamış, 1990’lı yıllardan sonra hız kazanmıştır. İnsanoğlunun Aya ayak basması, temel uzay araştırmalarıyla elde edilen bilgilerden sonra mümkün olabilmiştir.
İkinci Dünya Savaşında kullanılan savaş teknolojisinin (radar vb) bilimsel araştırmalara adapte edilerek uygulanması uzay teknolojisini geliştirmiş ve hızlandırmıştır. Bu nedenle 1960’lı yıllarda, çalışmalarda hızlanma ve ülkeler arasında kıyasıya bir yarış gözlenmektedir. Rus kozmonot Yuri Gagarin’in 1961 yılında uzaya giden ilk kişi, ABD astronotu Neil Armstrong’un, Apollo 11 seferi ile 20 Temmuz 1969 günü aya ayak basan ilk kişi olması bu gelişmelerin sonucu ve ürünüdür.
Yine altmışlı yıllarda, 1964 yılında, iki mühendis Penzias ve Wilson’un, iletişimde mikrodalgaların kullanılması üzerinde araştırma yaparken, tesadüfen 3 Kelvin derecelik arka fon mikrodalga ışınımını keşfiyle evrenin her yerinin bu enerji ile dolu olduğunu öğreniyor ve bu kozmik keşfin, 1929 yılında evrenin genişlediğini gözlemsel olarak bulan E.Hubble’ın (Büyük Patlama Evren modelinin) desteklendiğini ve diğer evren modellerinin çürütüldüğünü görüyorduk.
Benzeri keşif ve araştırmalar hızla devam etti. Uzaya bilimsel ve başka amaçlı fırlatılan uyduların sayısı giderek arttı; işlevi biten uydular dünya etrafında dönmeye devam etti ve yoğun bir uzay kirliliği baş gösterdi. Bugün, 2024 itibariyle, uzayda değişik yörüngelerde 35 binin üzerinde takip edilebilen cisim olduğu bilinmektedir. Dünya adeta uydularla gözaltına alınmış durumda ve her şey uzaydan idare edilmeye başlandı. Bu kadar cismin ancak yüzde 25’i işlevini sürdüren uydulardır (yaklaşık 9 bin uydu). Gerisi işlevi biten uydular, uydu parçaları ve roket parçaları şeklindedir (10 cm’den büyük). Bunun ötesinde boyutları çok küçük olan ve takip edilemeyen 100 milyonun üzerinde uzay çöpü vardır. Görüldüğü gibi insanoğlu uzayda da bir çöplük yaratmıştır.
Yakın zamanda yeni uydulara yörüngelerde yer kalmayacağının farkına varan dünya ülkeleri uzay kirliliğini önlemenin çarelerini aramaya başladı. Çözüm, belki de uzayda çöplük olarak kullanılabilecek bir çöp yörüngesi seçip tüm çöpleri oraya göndermektir. Ancak bu operasyon çok pahalı olduğundan henüz o konuda somut bir girişim yoktur.
Bir sonraki yazımızda buluşmak üzere.